11 Haziran 2023 Pazar

anımsamak yorar mı?

Unutmak mümkün müydü?

Hiçyoktan bir çağrışımla anımsayıverirdi. Anımsanan geçmişin uzak veya yakın olması önemsizdi ve hatta düşününce, o geçmiş anıların uzak veya yakın zamana ait olduklarını sonradan kendisinin bu ayrıma tabi tuttuğunu görüyordu.


Çayı demlerken dökülen iri kuru yaprakların tezgaha, ocağa savruluşu gelirdi bazen aklına. Bazen tavada unutulmuş ekmeğin yanık kömür kokusu. Bazen otobüste kullandığı biletin bittiğini hatırlamadan otobüse binmesi ve inmek zorunda kalması. Kimseden bilet istemediğini, çünkü ödeyecek parasının olmadığını. Bazen otobüste bileti olmayan birine bilet bastığını ve uzattığı parayı almadığını. Beklediğini anımsardı. Birisinin biletini uzatmasını ve para istememesini. Ama hiç karşılaşmadığını da hatırlardı sonra.

Birkaç dakika içinde gelip geçiveren o anılar, yürürken, bir otobüste veya dolmuşta ayakta dururken, aracın sarsıntıları arasında.

Metroda oturduğu sırada bazen aynı sarı boyalı yerin aynı beyaz ışığına odaklanmışken düşündükleri geliverirdi aklına.

Unutmak mümkün müydü?

Çok uzaklardaydı, ama daha dündü yanından ayrıldığı. Onlarca yıl önce olsa bile. Uzaklık veya yakınlık yoktu geçmişte. Anıların içinden gelivermesiydi o anda. Gerisi tekrar dönüp hissetmeye başlamaktı o gecenin o soğuk veya boğucu sıcağını.

Bir terminalden yolcu ederken veya karşılarken, beklemenin o bitmez dakikalarında yaşadıklarına tekrar geri dönmek yoruyordu. “Yaşlanmak demek ki buymuş” diyordu. Bitmek bilmeyen geri dönüşler. Geri dönüşler ki nereye dönüleceği yalnızca çağrışımların rastlantısallığına kalmış. Hatırlamak istemediği bir kavga, bir tartışma, suçluluk duygusunun öne çıktığı yakalanmalar, açıklamak zorunda kaldığı ama açıklayamadığı sorular, bir sevişmenin ardından içilen sigaranın dumanının genzini yakması, coşkunun ve ardından yaşanan boşalmanın sonucu ortaya çıkan bitkinlik ve uyku uyuma isteği, gözaltında karanlık bir hücrede uykusuz geçen, gündüzün ve gecenin karıştığı günler. Birden fazla birbirinin içine girmiş, zaman bağlarından kopmuş neyin önce neyin sonra olduğu bulanıklaşmış anıların her seferinde tekrar yaşanması.

Anımsamak yorar mı?

Beni yorduğu kadar başkalarını da.

Geceleyin o barda akordeon eşliğinde dinlenen balkan türkülerine eşlik eden biranın yudumlarını anımsamak ne güzeldi oysa. Ama çok az anımsamanın içinden geçerdi o bira yudumları, gecenin üçünde el ele yürünülen caddeler ve geri dönüşler.

Anımsamak yorar mı?

Hastane odası. İlaç kokuları, kırılmış tüplerin içinden sızan damlaların keskin yakıcı uçuculukları, yıkanmış ama sert çarşaflar, alkol, gazlı bez. Floresans ışığının ölgünlüğünde kapıların pervaz gölgelerine gizlenmiş ışık sızıntıları.

Anımsıyordu. Unutmak için, tekrar çıkıp gelmemesi için anımsıyordu. Tekdüzeleşinceye dek, önemini yitirinceye dek ve tekrar hatırlamasına gerek olmayacağını düşünene dek anımsayacaktı.

Yanındaki kıza anlatıyordu. Bilinmeyen Numaralar servisinde gece yarılarında yaşadıklarını. Sigara molalarını, elbiselerini koydukları metal dolapları, dolapların kapaklarını açıp içerisine oturmalarını, çaylarını kahvelerini sigaralarını buralarda içtiklerini anlatıyordu. Gündüz yaşadıklarını, yaptıkları alışverişlerini, çocuklarını, kocalarını ve ne ise kendileri için önemli olan, onları önemsizmişçesine anlattıklarını anımsıyordu.

Hastaneyi anımsıyordu, bilinmeyen numaralar servisini anımsarken. Hastane çıkıp geliveriyordu konuşmasının uygunsuz bir yerine, sonra kelimeler azalmaya başlıyordu anlattığı. Kovamıyordu bir sineği kovar gibi anıları. Yapabileceği kelimeleri azaltmak azaltmak ve bir son duman çekip molayı bitirmekti.

Hastaneyi anımsıyordu.

Psikoloji kliniği. İntihar girişimlerini, manik ataklar, depresif kapanmalar. Nasıl tanımlamıştı hekim? Hiç umurunda değildi. Tanımın ne olduğunun önemi yoktu. Oradaydı ve yatıyordu bir somyada. İlaçlar, ilaçlar. Değişik amaçları olan farklı zamanlarda verilen kapsüller, tabletler, iğneler.

Bazen bayatlamış çayı yudumlarken, ortağı olsun diye anılarının genç kıza anlatıyordu hastaneyi. Ama eksik anlatıyordu, boşluk bırakarak, bulanıklaştırarak anlatıyordu.

Hastane temizlikçisi uzun boylu adamın o ilaç yüklü günlerde elinden tutup röntgen odasına götürmesini anlatmıyordu.

Annesinin, kardeşlerinin, nişanlısının ziyaretlerini anlatıyordu.

Ama röntgen odasında, kapının kapanmasından sonra yaşananları yalnızca anımsıyordu. Kelimeleri giymiyordu o anımsananlar. Kelimesizce hatırlanıyordu.

Anlatmalı ve unutmalıydı.

O uzun adam röntgen odasına götürmüştü, karanlık yarı loş koridorlardan geçirerek. Ya da kendisi mi peşinden gitmişti, uysal bir kedi gibi mi takip etmişti, önemli değildi.

Adamın elleri kasıklarındaydı hala. Ama o elin okşayışlarını anlatmıyordu. Dağa çıkışlarını, teleferikleri, denizi anlatıyordu. Gecenin sabaha dönmüş saatlerinde çatlamış sesler, dumanlar, floresans starterlerinin uğultusu, bilinmeyen numaralar servisini arayanlara cevap verenlerin birbirlerine karışmış seslerine karışıyordu nefret ettiği şehrini anlattığı kelimeler, ama o karanlık odayı anlatmıyordu. Bir boşlukla kaplıyordu usulca. Ah bir anlatabilse. Anlatıp unutabilse.

Yeşil kazağının üstüne batikten yaptığı yeleği ısıtmıyordu sırtını, bir titreme geçerken içinden, o karanlık gecenin o karanlık odası onu karanlığın içine yuvarlıyordu, kelimesiz bir karanlığın.

***
Kıvırcıktı saçları. Boynunu örtüyordu. Kabarıktı. Ara sıra koridorda, bahçede dolaşırken görürdüm. Yanında bazen akrabaları, arkadaşları bazen erkek arkadaşı. Bazen bahçede bir banka oturmuş sigara içerken rastlardım ona.

Zar zor buldum bu işi.

Röntgen bölümünün temizliğini yapıyordum. Mavi lacivert bir tulum, tekerlekli temizlik arabası ile koridorlardan röntgen bölümüne giderken takılırdı gözüme. Beyaz yüzü, basık burnu. Sürekli gülümseyen dudaklar. Ama donmuştu sanki gülümseme dudaklarında.

O beni tanımaz. Tanımasın da. Nice insanının tanıklığı içinde en azından biri tarafından tanınmamak en güzeli.

Şu hastanenin işlerine akıl sır ermiyor. Ne zaman nöbete çağrılacağımı bilmiyorum. Her iş günü biterken diğer günün mesaisi bildiriliyor. Bir türlü kendimle, yapmak istediklerimle baş başa kalamıyorum bu işe başlayalı beri.

Sürekli ilaç kullanıyor. Bakışları bir acayip. İki gözü var ama ikisi de farklı bakıyor sanki. Bir gözü acımasız. Kıpırtısızca, buz gibi bakıyor. Donuk, ürkütücü, acıtan bir bakışı var. Diğer gözü gülüyor. El ediyor, çağırıyor, şen şakrak, neşeli, eğlenceli, çapkın, hınzır, sevişmek istiyor. O donuk gözle hiç karşılaşmak istemiyorum. İçimi okuduğunu hissediyorum kimi zaman. Ruhumu söken bir el gibi dalıveriyor bakışları içime. O nedenle ele avuca sığmayan gözün tarafından yaklaşıyorum ona. Bak yine kırptı gözünü. Beni mi çağırıyor ne?

Ben gelip gitmelere devam etmeliyim. Hala haber gelmedi. Gelse de bu delikten kurtulsam.

Akşam onu göreceğim yine. Telefon etse, ama etmiyor. Garsonluk yaptığım son lokantada olanların unutulması bakalım ne kadar sürecek?

Kaç zamandır bir kadına dokunmadım. Öpmedim, öpemedim. Canım sıkılıyor, hiçbir şey yapacak gücüm yok. Yalnızca sevişmeye gücüm var. Bunu biliyorum yalnızca. Paspasa devam, temizliğe devam, sabahlamalara devam, haber beklemeye devam, çöpleri atmaya devam. Tıbbi atık çöplerini ayrı, diğer çöpleri ayrı yerlere dökmeye devam. Gülen gözüne bakmaya, donuk içimi okuyan gözünden kaçmaya devam. Devam. Devam.

***
Arkasından gitmişti adamın. Koridorları geçmişti. Yavaşça kapanmış, aralık bırakılmış kapıyı iteledi ve içeri girdi. Kapıyı kapattı. Tam kapandığından emin olmak için kapı kolunu kendine çekti.

Adam arkasındaydı şimdi. Elleri kasıklarında. Ensesinde nemli bir nefes dolaşıyor. Dilin temasını duydu saçlarının dibinde. Adamın parmakları meme uçlarını sıkmakta, ezmekte, haz veren bir acı ile titremekte bedeni. Sarsılmalar ve derin bir çöküş.

Karanlık, karanlık.

1 yorum:

TuLûAt dedi ki...

Ha şöyle yahu, bizler de birer dinazor olmadan birilerine şu çorbayı bir karıştırsın.

Bir Bildiri Hakkında

Tarih: 09.12.2023 Yazar: Zühtü Kayalı LUDWİG WİTTGENSTEİN VE MANTIKSAL FELSEFE İNCELEMELERİ (TRACTATUS) LUDWIG WITTGENSTEIN AND LOGIC PHILOS...