14 Ekim 2023 Cumartesi

İzleyiciler

1.

Yeni bir defter. 

Baştaki karalanmış sayfaları yırttıktan sonra temiz bir defter kalır. Yırtılan her sayfa bir unutuş, ama sayfanın yırtılıp parçalanması sonra atılması gibi mutlak bir unutuş değil. Kalan artıkları, çağrışımları ile kısmen unutulanlar geri getirilebilir, gelebilir, tekrar bilincimize çıkabilir, hayal meyal, bölük pörçük hatırlanabilir. Yırtılan sayfalarından sonra saf, temiz bir defter gibi değil unuttuklarımız.

2.
John LeCarre'nin Saygıdeğer Bir Öğrenci" kitabından bir bölüm alıyorum buraya.
"Bir sürü insan kuşkuyu meşru felsefi tavır olarak görüyor. Kendilerini tam ortada görüyor, oysa aslına bakarsan hiçbir yerde değiller. İzleyicilerin kazandığı hiçbir savaş yok, öyle değil mi?"
Karla Üçlemesinin ikinci kitabı "Saygıdeğer Bir Öğrenci". Birinci kitap "Tenekeci, Terzi, Asker, Casus" (Tinker, Tailor, Soldier, Spy) Türkçe'de "Köstebek" adı ile yayınlanmış. İkinci kitap, "Saygıdeğer Bir Öğrenci", üçüncü kitap ise "Smiley'in İnsanları". "Saygıdeğer Bir Öğrenci" diğerlerine göre yeni çevrilmiş Türkçe'ye, Kırmızı Kedi Yayınları tarafından. Diğerleri kadar popüler değil. Köstebek'in hem filmi (Gary Oldman) hem dizisi (Alec Guinness), Smiley'in İnsanlarının da dizisi (Alec Guinness) mevcut ama Saygıdeğer Bir Öğrenci'nin bilebildiğim kadarı ile veya Türkiye'de yayınlanmış bir filme veya dizisi yok.
Yukarıdaki alıntıyı Saygıdeğer Bir Öğrenci içinden aldım. Bugünkü medyayı, mecraları, 90'lı yılların MTV ve benzeri yayınlarının tarzını ortaya koyarken bir yandan da gizli bir eleştiri vücuda getiriyor. Vurucu cümle şu: "İzleyicilerin kazandığı hiçbir savaş yok."
Bu cümle üzerine örneklerle en az beş yüz kelimelik bir kompozisyon yazılabilir. O denli bugünü işaret ediyor, bugünün üstüne parmak basıyor. Sonra bakıyorum. Kitap ilk kez 1977 yılında yayınlanmış.

3.
Öncelikle kitaplardan cımbızlayıp çıkardığımız cümlelere, paragraflara yüklediğimiz anlamları yazarları düşünmüş olmayabilir. Sözün, konuşmanın, anlatının gelişine göre yazılmış olabilirler.
İki binli yılların başında MSN vardı. Anlık mesajlaşma uygulamalarının en popüler olanıydı. ICQ, Linux sistemler için aMSN de benzer özelliklere sahip uygulamalardı. MSN'nin özelliklerinden biri de eğer işaretlediyseniz yapılandırma bölümünde, tüm yazışmaları bir metin dosyasında saklardı. O saklanan metinlere gidip şiirler, düz yazı metinler çıkardığımı bilirim.
Bağlamlarından koparılan ifadelerin, kelimelerin, cümle veya paragrafların kendilerini yeni bir bağlam içinde yeniden üretebildiklerini söyleyebilirim.
O nedenle yazılı olana önem verme eğilimindeyim. Bağlamından koparıp başka bir bağlama ekleyebileceğim olanaklara odaklanırım. Zaten yazı dediğimiz şey de buradan başlamıyor mu?
Konuşma bunu size vermez. Uçar gider.
Yazarlar cümlelerini durumlar üzerinden olgunlaştırırlar, eğer altını çizmek zorunda oldukları didaktik kaygıları yoksa. Örneğin Proust'un herhangi bir kitabından duvara çerçeveletip asmayı düşünebileceğiniz bir cümle bulamayabilirsiniz.
Cümlelerin tasarlanmış hedefleri yoktur. Yol açarlar, yol alırlar, sizi bir yerlere götürürler, Proust'un gitmek istediği yere kadar size refakat ederler.
Okur ise kendisine bağlı olarak yazarı dışında farklı anlamlar yükleyebilir okuduklarına. Bu durum yazarın sorunu değildir. Artık o okurun sorumluluğundadır. Pablo Neruda şiirini bir kızı baştan çıkartmakta kullanan postacı ile konuşurken, "o şiir sizin şiiriniz değil, o şiir ona ihtiyacı olana aittir," der Postacı. Yazar / şair kendi dünyasında, okur kendi dünyasındadır. Yani okunulan cümlelere yüklenen anlamlar ön görülemezdir.
Yukarıdaki cümleye bakıp John LeCarre için "Ne kadar öngörülü bir yazarmış" diyemeyiz.
Öngörüsü olan yazar cümlelerinde, ifadelerinden, paragraflarından, anlattıklarından daha çok temada, anlatının tümünde ön görür, hisseder. Örneğin Robert Musil. Faşizmin gelişini "Öğrenci Genç Törless'in Bunalımları" romanı (1906) içinde daha yirmi altı yaşında iken görmüştür. Kitapta, çok az kişinin bildiği bir kapalı oda ve bu kapalı oda içinde yaşananlar anlatılır. Eğer herhangi bir okulun içinde kontrol edilemez bir kapalı oda varsa, faşizm eninde sonunda ortaya çıkacaktır. Kapalı oda içimizdeki faşizmdir.
John LeCarre "izleyicilerin kazandığı hiçbir savaş" yok sözünü soğuk savaş sırasında sahada olmayan yöneticilerin, karar vericilerin uzaktan gazel okumalarına dikkat çekmek üzere Smiley'e söyletir.

4.

Gelelim bugüne. Deli bir savaş var. İsrail - Filistin - Hamas - Gazze. Hiçbir görüşüm yok, hiçbir fikrim yok. Herhangi bir fikir ileri sürmüyorum. Bir çok kişi, kanaat önderi, sosyal mecra fenomeni bana yakın, uzak görüşlerini açıklıyorlar. Malumat veriyorlar. Ülke liderlerinin demeçlerini tercüme edip yayınlıyorlar. Protestoların görüntülerini paylaşıyorlar. O kadar. Savaş orada devam ediyor. Tezlerimizde haklı olmak için kanıtlar arıyoruz, buluyoruz ve paylaşıyoruz. O kadar. Savaş hala orada ve devam ediyor. Nerede yaşıyorsak sabah uyanıyor, internete bakıyor, okuyor, kendimize ait bir süzgeçten geçiriyoruz. Sonra tekrar yazmaya, paylaşmaya başlıyoruz. Ama savaş hala orada ve devam ediyor.
Kimsenin "Haydi Gazze'ye gidelim, yürüyelim" dediğini duymadım. Yalnızca durdukları yerde varlar. Uçaklarla gitmek için ne paramız, ne uçağımız ne kalkacak ve inecek hava alanımız var. Ne otobüslerimiz ne de bizi sınırlarda durdurmadan geçişimize izin verecek devletlerimiz var.
Orada değiliz, orada olamıyoruz, gerçek olan bu. Seçtiklerimizin veya bizi yönetmeye talip olanların üzerinde etkimiz yok. Onların kararlarına yön vercek ne gücümüz, ne de onlara güçlük çıkartacak irademiz var.
Aramızda konuşuyoruz. Postlar yayınlıyoruz, çeviriler yapıyoruz, fotoğraflar paylaşıyoruz. Bol bol yazıyoruz. O kadar.
Tekrar yazmak durumundayım:
"İzleyicilerin kazandığı hiçbir savaş yok."

Hiç yorum yok:

Bir Bildiri Hakkında

Tarih: 09.12.2023 Yazar: Zühtü Kayalı LUDWİG WİTTGENSTEİN VE MANTIKSAL FELSEFE İNCELEMELERİ (TRACTATUS) LUDWIG WITTGENSTEIN AND LOGIC PHILOS...