27 Aralık 2017 Çarşamba

Tektipleştirme Projeleri

1.

Yepyeni kavramlarla, modellerle tanışıyoruz. Her bir kavramın, modelin veya çözümün sahibi / sahipleri, o kavramın, modelin veya çözümün gurusu ilan ediliveriyorlar. Ortalık gurulardan, üstatlardan duayenlerden geçilmiyor. 

"Duayen", bir ülkedeki diplomatlar arasında kıdem yönünden en başta gelen diplomat olarak tanımlanmış olmakla beraber, önüne gelen her uzmana, yetkin kişiye bu sıfat kolaylıkla yapıştırılıyor.  Aynı durum guru (Sanskritçede "öğretmen" veya "usta", özellikle Hint dinlerinde) ve üstat (bilim ya da sanat alanında üstün bilgisi, yeteneği, ustalığı olan kimse, old hand; maliyeciler ise üstat kelimesini eskiden sadece Maliye Teftiş Kurulu yani Maliye Müfettişleri için kullanılırdı) sıfatları için de geçerli. 

Her seferinde kulağa hoş gelen bu ve benzeri sıfatlar, bağlamlarından koparılarak kullanılıyor. 

Aslında olan nedir diye şöyle bir bakmak gerekiyor: 

Nedir bu kavramlar, modeller, çözümler, yaklaşımlar? Nelerin yeniden üretilmiş halleridir? 

Gözden geçirmek gerekiyor.
 
Gözden geçirme eyleminden önce, elinizin altında bulunması gereken bir düşünme yöntemine değinmek istiyorum.

Orta çağın önde gelen isimlerinden, skolastik felsefenin son ismi kabul edilen William of Ockham (1290-1350) (Ockham’lı Williams)' ın bir ilkesi bu. Bu ilke “Ockhamlının Usturası” olarak da bilinir.

Bu ilke iki şekilde ifade edilebiliyor:

1. Varlıklar bir gerek bulunmadıkça çoğaltılmamalıdır.
2. Azla yapılabileni çokla yapmak boşunadır.

Yani bilimsel çalışmalarda, akıl yürütme süreçlerinde; bir şey, şu ya da fazladan bir varsayımsal varlığı ileri sürmeden, var olan varlıklarla veya kavramlarla yorumlanabiliyorsa, açıklanabiliyorsa, o fazladan olan varsayımı, kavramı kullanmanın bir anlamı veya gereği yoktur. 

Matematik, fizik veya kimya gibi temel bilimlerde, mühendislik disiplinlerinde, hukuk, iktisat veya tıbbi bilimlerde yeni kavramların oluşturulması veya sisteme dahil edilmesi sıkı kontrole tabidir. 

Üzerinde uzlaşım sağlanmadan yeni kavramın kullanımı kısıtlanır. Bu ilke mantıksal çözümlemede de yararlı bir ilkedir.

Matematik tanım, teorem, ispat ana hattı üzerinde ilerler. Tanım, o kavram üzerinde tam bir uzlaşmayı zorunlu kılar. Matematikte "yanlış anlama" yoktur, yalnızca "anlamama / anlayamama" vardır. 

Ockhamlının usturası (Ockhams razor) farklı bir şekilde matematiksel düşüncenin estetik standartı olarak aşağıdaki şekilde ifade edilmiştir:

1. Minimal Tamlık İlkesi (Minimal completeness). Bir matematiksel N nosyonu, matematiksel fonksiyonunu yerine getirmek için gerekli bütün özellikleri içerir, ancak konu dışı hiçbir özellik içermezse, minimal tamlık ilkesini sağlar.

2. Maksimal Uygulanabilirlik İlkesi (Maximal applicability). Bir matematiksel N nosyonu, eğer N dışındaki matematiksel nosyonlara geniş ölçüde uygulanabilir özellikler içeriyorsa maksimal uygulanabilirlik ilkesini sağlar. 

[Jerry P. King: Matematik Sanatı - TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları]

O halde gündemimizi tartışırken, analizlerimizi yaparken kullanılabileceğimiz bu yararlı ilkeyi gözden ırak tutmayalım.

Bu ilke aracılığı ile yakamızı gurulardan, duayenlerden, yeni yaklaşımlardan, yeni açılımlardan kurtarabiliriz. Kafa karmaşamızı bir nebze sonlandırabiliriz.

2. 

Günümüzde, özellikle popüler kültür ile birlikte, onlarca kavram, model, yaklaşım ortaya atılmış / atılıyor / atılıyor olmaktadır. Şeyler varoluşundan farklı veya muğlak hale getirilmek istendiğinde, herhangi bir kurala bağlı olmadan yapı söküme uğratılmakta, farklı bir bağlamda yeniden birleştirilmekte, birleştirilme amacına uygun başka bir mecraya sokulmaktadır.

Derin bir uzmanlaşma hiyerarşisine sahip olmayan kültürlerde "gurular", "duayenler, "yeni yaklaşımlar", "yeni açılımlar" mazur görülebilir. Çünkü popüler yaşam tarzının ayrıştırılmış, bölünmüş kimliklerin özellikleri, iletişim düzeyleri, durumları (situation) yaklaşımları, psikolojik profilleri bu derinleşmeyi zorunlu kılıyor olabilir.

Ancak bu tarzın dışında, köklü metafizikleri ve geleneklerden gelenler, kültürün, psikolojik profilin bireyleri olarak mı bu yaklaşımlara teslim ediyor kendilerini; yoksa bir süzgeçten, değerlendirmeden geçirerek mi?

Usturamızı işte burada kullanalım:

O tarzın ürettiği bir çözümün, yaklaşımın; deneyim / birikim havuzumuzda önceden bir problemi, çözümü, araştırması veya sonucu var mıdır? 

Ockhamlının Usturası gibi, gereksizce kavramları çoğaltmadan mevcutlarla kendimizi ifade edebiliyor muyuz?

Adının önündeki unvanları ile yeni trendlerin sözcülüğünü / kuruculuğunu / öncülüğünü üstlenenler, bu üstlendikleri misyonları dayattıkları bireyleri, toplulukları ne tür gözlemlerle analiz etmişlerdir? Bu analizlerin sonucu hangi sonuçlar, onların bu sözcülük / kuruculuk / öncülük misyonlarını(!) desteklemiştir? 

Bilmiyorum. 

Yalnızca alkış ve bağırma duyduğumuz.

Kültürel / bilimsel / yöntemsel altyapısı irdelenmeden, değerlendirilmeden, yalnızca öyle yapılıyor diye kimi yaklaşımların, görme biçimlerinin / bakış açılarının / yöntemlerin ithal edilmesi, uyarlanmasının maliyetleri ve sonuçları ayrıca değerlendirilmekte midir?

Popüler kültürün zirvesi belki ABD'dir.  En çok eleştiri aldığına, saldırıldırıldığına göre. 

Ancak ben buna pek katılmıyorum. Bu konuda bir anekdotu (kurmaca olması büyük bir olasılık) buraya almak istiyorum:

ABD’nin 1976’daki 200. kuruluş yıldönümünde Japonlar, o zamanın Başkanı Gerald Ford’a bir bonzai ağacı hediye etmişler. Anlamı şuymuş okuduğum bir yazıya göre: 

“Siz iki yüz yıllık bir devletsiniz. Ama biz size o zaman diktiğimiz bu 200 yaşındaki bonzai ağacını hediye ediyoruz. Siz bizim üç bin yıllık kültürümüzü iki yüz yılınıza göre değerlendirin.”

3. 

Genel olarak popüler kültür, bir eklektik – seçkinci yapılar kurarak kendisine gelenekler oluşturuyor. 

Bugün, bizler, yalnızca moda deyimlere, moda uygulamalara dayanarak yaşam tarzımızı, iş yapma kültürümüzü, kurumsal birikimimizi inşa etmeye çalışıyoruz. Bu çerçeveyi "Mitos Üstüne" içinde irdelemeye çalışmıştım.

Ancak köklü kültürel yapılar, (üniversiteler, akademiler, felsefi ekoller, siyaset yapıları, enstitüler vs.) işleyiş ve çalışma biçimlerini uzun, denetimli, geri bildirimli çalışmalar ile oluşturmuştur. Hemen hiçbir şey rastlantıya bırakılmamaya çalışılmıştır.

4. 

Nereye gidiyoruz? 

"Gurular", "duayenler", "bilgeler", "allameler" okudukları, yazdıkları, ilham aldıkları ile bizleri kurtarmaya soyunuyorlar.

Nereye gidiyoruz? 

Çevremize baktığımızda öne çıkma, görünür olma çabası almış başını gidiyor. Yerel, kendi dinamiğinde bir yerlere gelenler, isimleri ile çalışanlar, yaptıkları ile öğünenler, yaptıkları kendilerini anlatanlar; bunlar artık tarih oluyor, guruların öğretileri içinde.

Kendine özgülükler yok sayılıyor. Tek tipleştirilmiş alışkanlıklar, standartlaştırılmış beklentilere hitap eden seri zihinler üretiliyor. Bu seri zihinler için tasarımlar, üretimler planlanıyor.

Artık bir Fransız, bir İngiliz veya bir Japon veya bir Çinli veya bir Arap, bir Türk yok hedefte. Tek tipleştirilmiş ürünleri talep eden tek tip bireyler var. Kategorileştirilmiş tüketim sınıfları, bu sınıfların gelir düzeyleri ve o düzeylere özgü teknikler, uyarlamalar var.

Nereye gidiyoruz? 

Stillere, tarzlara, modalara, popüler eğilimlere, bağımlılaştırılmış bir kalabalıklar topluluğuna uygun üretimler, hizmetler tasarlanıyor.

O standartlaştırılmış, tek tipleştirilmiş ve kategorileştirilmiş kalabalıkların yönetilmesinin kolaylığı ile düşünme yetenekleri kısıtlanmış topluluklara uygun öğretilerin sözcülükleri üstleniliyor.

Özgülük, yerellik, nitelik ve kişilikler soyulmuş oluyor "new age" öğretilerde. 

En önemlisi kişilikler / kimlikler birbirlerine yaklaştırılıyor.  Benzer kişilik tipleri, benzer özgünlükler tezgahlara çıkarılıyor ve çoğaltılıyorlar silikleştirilmiş, bulanıklaştırılmış olarak. 

Artık kuyruklarına takılıyoruz guruların, duayenlerin, new age akımlarının, melek kartlarının, mesnevi terapistlerinin.

Sıradan tartışma programlarında baş köşelerde gurumuz ve ne iltifatlar, ne "muhteşem" sözler. "Muhteşem kitabınız bizlere yol gösterici oldu", "Muhteşem bir söyleşiydi", "Harika bir açılım sundunuz bizlere"...

Artık sunumlarda en önce "BİZ" diyen birileri. 

"Biz bunları yaptık. Siz de yapın, kurtarın kendinizi." Ama biz onları talep etmiyoruz ki sizden.

"Biz böyle yapacağız. Farkındalıklarımız artacak." Ama bizi sizin ne yaptığınız ilgilendirmiyor ki.

Tektipleşmek, standartlaştırılmış ve kategorileştirilmiş bireyler olmak mıydı bizim nitelikten anladığımız? 

Gurular, Duayenler, işin kolayını bulmuşlar: 

Kitaplarını, yazılarını, söyleşilerini, programlarını, gezilerini, fikirlerini, yöntemlerini, kuramlarını daha incelikli, parametrik hale getirip evrenselleştirmek, tartışmalara, üzerinde fikir üretme eylemlerini desteklemek yerine; kitaplarına, yazılarına, söyleşilerine, programlarına, gezilerine, fikirlerine, yöntemlerine, kuramlarına uygun kalabalıkları üretmek.

Sonuçları irdelenmeyen, tartışılmayan, araştırılmayan, hedefleri olmayan; bir titrin ardından istenildiği gibi fütursuzca davranılan kaypak zeminlerde sürdürülen etkinliklerle.

Artık üretmek yerine amaç tüketenlerle uğraşmak olmuşsa sistemin doğrusu, bizleri de işaretleyeceklerdir gelecekte: 

"Çöp" diye.


Hiç yorum yok:

Ben Şimdi Ölmedim

- Meçhul bir Ömer'e. Bir şiirin hikayesi, şiir yazılırken anlatılmaya başlar. Şiirle beraber hikaye yazılır. Ben şimdi ölmedim. Her iste...