9 Eylül 2023 Cumartesi

O Yaz

dört duvar
tavan
yer
perdesiz pencereler

O terkedilip kaldığım günlerden beri, çiçekleri sulamayı bıraktığım, kedinin yemeğini unuttuğum ve kendisini beşinci kattan aşağı attığı günlerden beri, ayaklarının kırığını, o yeni taze üniversiteli kızın tedavi ettirdiği, sonra gebe kalıp dört tane yavru doğurduğu günlerden beri, yani terkedilip geride kalan olduktan sonra;

-Sen kimdin beni bırakıp giden, biri miydin, bir düş müydün, bir masal mıydın, bir anı mıydın, kimdin sen, bilmeden kim olduğunu terkedip gidenin-

Ama gerçekten bir odanın çıplak ampulün aydınlığında tek başıma kaldığım geceler doğru, çayı alt kattaki üniversiteli çocuklardan ödünç alıp demlediğim doğru, yalnızca ekmek, süt ve su ile uyanılan sabahlar doğru, ütüsüz gömlekler, paçaları sökülmüş, iplikleri çamurlu pantolonlar doğru, saçlarım kirden yapışmış, sakallarım uzamış kanlı gözlerim doğru, yokuşlardan otobüslere koştururken ayaklarımdan fırlayan benim olmayan ayakkabıların iğretiliği doğru; güneşin ateşi, ışıksızdı, vardı, bir de vızıldayan sinekler lambanın etrafında. Sandığıma sırtımı verdiğim,

–Başka taşıyacak bir şeyim yoktu eşyalarımı, yani birkaç gömlek, pantolon, çamaşır, bir iki çarşaf, iki battaniye, bir yastık, kitaplarım ve defterlerimi içine koyup dolaştığım-

Bacaklarımın arasına aldığım kitap, dizimin dibinde açık bir defter, yanında kalem, diğer yanımda şantiyeden kalma ağaç kül tablam, içinde izmaritler, küçük tüp ayağımın ucunda üstünde demlenmiş çay, altı kısık; nöbetindeydik sensizliğin gecelerinde. duvar dibinde bir somya bir yatak, koli ters çevrilmiş üstüne konulmuş bir su bardağı, uzak gözlüğüm, yastığımın bir karış yukarısında vincent’in resmi, yanında bir ağlayan çocuk karpostalı, UNESCO kabarmalı, bir gazete kupürü, sırtını dönmüş boydan boya uzanmış çıplak bir kadının goya pozu. Yıldızları görünür etsin diye üfledim rüzgârlarla, bulutlara. Çay bayat, şeker yok, sigara bitmek üzere, ince halının üzerinden tozlar havalanıyor.


oturdum
yaslandım
duvara
bir bardak su içimi
soluklandım

Terketmek miydi, terk edilmek miydi zor olan. Kalan mı giden mi? ilk kez kalandım. Gitmek daha kolaydı. Kalmayacaktım. Biliyordum sonra, öğrenmiştim uzun yolları yürürken, gitmek de zordu, ama yolların bir adım sonrası vardı, bir sonraki kasaba vardı, bir sonraki çeşme vardı, bir sonraki mola vardı, ama kalanın hiçbir şeyi yoktu. ne bir sonraki arkadaşı vardı ne bir sonraki virajı ne bir sonraki rampası. İki adımda gideceği bir yatağı, kalkıp iki adımda döneceği bir minderi iki adımda bitireceği sigarası iki adımda sarhoş olacağı şarabı vardı. Ama sonrası yoktu, iki adım sonra uyku fikri, ölümdü, sonra sabah. iki adımda kapıya gitmek fikri, ölümdü. Ne kadar dışarıda olsa hep içinde kalan olacaktı ve hep içine dönen olacaktı.

Mahkeme kâğıtları diyordu telefonda bir kadın ağlamaklı, seni arıyorlar. Evet, beni arıyorlar. Çünkü ben kalandım. Firar eden etmişti, teslim olan teslim olmuştu, geri çekilen geri çekilmişti. Bir başına kalmıştım. Bir kadın sesi ağlamaklı seni arıyorlar, teslim ol, git konuş diyen. Zaten kalarak teslim olmamış mıydım, zaten o dört duvar yer perdesiz pencereler içinde teslim olmamış mıydım?

boşandım
nefesimden
damlalar
yaşadı
son talanımı

Ayaklarımı uzatmışım yere. Bir eski teypten çalan şarkılar. Sırtımda güneşin ve gündüzün ağırlığı, toz kokan odada, dün geceden kalan hiçbir şey kalmamış. Kim geldi kim kaldırdı. Belki ben sabahın sersemliğinde belki alt kattaki çocuklardan biri. Anahtar. Nedir ki neyi kapatıyorum neyin üstüne neyi kilitliyorum. Kırmızı balıkçı kazağım bu sıcakta kimin hazinesi olur ki, versem de açık bıraksam da üstünde unutsam da anahtarı ne değişir? Rüyalarıma giriyor kaçtığım yerler, tekrar dönmek için yolları arıyorum. bulamıyorum. Tek çarem kalıyor. Uçmalıyım. Rüyalarımda uçuyorum. Artık uyanasım gelmiyor, kalkasım gelmiyor yataktan. Rüya istiyorum. Rüya sarhoşuyum. Her tarafım tutulmuş yatmaktan ama rüya istiyorum. Bir kadın başımda rüya mı gerçek mi bir gözlüklü çocuk bakıyor bana gerçek mi rüya mı. Uçuyorum Elektrik tellerine konuyorum. bir kargayım gerçek mi rüya mı. Susadım. İçtiğim ne? su mu? Gerçek mi, rüya mı, gerçek mi, rüya mı?

bir masal okudum
satırlara
kendimden
muammalar
gizledim.

Rüyalardan çıktım. Hala terkedilenin kalanıyım. Gittiler. O soğuk gün, o yılın ilk günü bırakıp gittiler. Yalnızdım. Gidecek bir yerim yoktu. Gece olunca o soğuk eve çıktım. Terk edilmek tazeydi, kalan olmak nedir bilinmiyordu henüz. Soğuğa sarınıp uyudum. Kaç geceler yalnızlığı sarındım. Kaç geceler yalnızlığa uyandım. Kaç geceler yalnızlığa haykırdım. Kaç geceler korkuların ağlarına yakalandım. Yağmurlar yağdı, pencereler titredi rüzgârlarla. Bir kartal yuvasıydı en üst kat ve en son balkon. Çıktım kimi zaman balkona ve aşağıya baktım. Nasıl çarpacağımı düşündüm yere. Sonra içeri girip oturdum penceresiz odada. Işık batıyordu. Sesler batıyordu. Tek dinlediğim rüzgârdı, yağmur damlalarının vuruşu kirli camlara. Büyük boş salona geçerdim bazen. Yağmur yağarken. Damlalar iz olur da kayardı. Yollar çizerlerdi kendilerine dair. Hiç kimsenin görmesi önemli değildi. Damlanın kendi yoluydu işte. Kayar ve karanlığa karışırdı. Yere düşerdi belki ama yaşardı.

Yere çarptığımı düşünürdüm, tekrar penceresiz odaya dönerdim.

Yaz. terk edilmenin ne olduğunu öğrendim, kalanın ne olduğunu öğrendim. Sonra işte onu, kedimi buldum bir sokak kedisi. Avukatım vermişti. Beni bekliyordu. Benimle oynuyordu. Sarıldığım tek varlıktı. Ayaklarımdaydı, başucumda uyuyordu. Küçüktü sonra büyüdü biraz ama hep küçük kaldı gözlerimde. O yanımdaydı. O yanımdayken beni fikirlerim terk etti önce. Sonra direncim. Kapandım kapılara dışarılardan üstüme. Geceleri sabahlara dek başka göçebe odalarında kanatmaya devam ettim. Unuttum kapandığım kapıları. Uğramaz olmuştum. Kedim benim. Atmıştı kendisini, benim intihar atlayışımı düşündüğüm gibi. Kırılmıştı ayakları.

kedim
koparılmaz
yeşil daldan
silinmez maviden
haberliydi

Bir gece döndüm odama. O taze üniversiteli kız kucağında geldi yanıma. “Zeliş” dedi, iyi artık, “Zeliş” benim olsun mu? “Zeliş” senin olsun, “Zillim” senin olsun, “Zoyam” senin olsun. Ara sıra izin ver gelsin yanıma bazen bir gece yine sarılıp yatalım onunla, sonra ben sana usulca bırakırım zilli zeliş zoyamı. Senin uykularına senin rüyalarına emanet ederim onu.

Odamda oturuyordum. Sesler uzaklardan geliyordu. Asansörler çalışıyordu. Ben kalandım hem kedimin arkasından hem göze aldıklarımın arkasından kalandım. Beni terkediyordu, içimden bir şeyler sıyrılıp çıkıyordu. Bir enkaz kalıyordu geride, yığılmış bir kum tepesi.

sorularımı
savurdum
ummanları
dağıtan yele

Sorusuz kaldım. Sormak istemiyordum çünkü. Cevap aramıyordum. Cevap yoktu çünkü. Bir oluşun kesintisiz akışında eşyalar nesneler özneler nasıl yerleşirse yerleşsinler bağların gücünde kâğıttan kalelerdi. Gördüm zayıflıklarını. Tattım zayıflığın ölümcül tadını. Güç yoktu, bağlanmış bir ağ vardı, kimi gözenekleri geniş, kimi gözenekleri dar. Bir elekten geçen ve iri taneleri yukarıda kalan topraktık işte. Bazen alta geçiyorduk bazen üstte kalıyorduk. Bazen karılıyorduk bazen destek yapılıyorduk, bazen değerliydik bazen atılıyorduk, her an ve her an değişerek tane büyüklüklerimiz, her an ve her an ihtiyaç duyulduğumuz yerler değişerek kullanılıyorduk. Bir işte adam yerine koyuluyorduk, sokakta bir yerde itilip kakılıyorduk, bir meydanda yollarımız kesiliyordu, bir bilgisayarda problemler çözüyorduk, para deniyordu gündüzleri, akşam aşklar yasaklanıyordu. sorulara yer yoktu. Cevap yoktu çünkü. Soru soruyorlardı. Aldıkları cevaplar yanlıştı. Tek doğrusu vardı cevabın, bilmiyorlardı. Yaşamdı bu cevap, gerisi yanlıştı, ötesi yalandı ve sonu yoktu.

davul
gümbürtüsünde
üfledim
rüzgarı
deli deli

Hiç yorum yok:

Ben Şimdi Ölmedim

- Meçhul bir Ömer'e. Bir şiirin hikayesi, şiir yazılırken anlatılmaya başlar. Şiirle beraber hikaye yazılır. Ben şimdi ölmedim. Her iste...