tavan
yer
perdesiz pencereler
O terkedilip kaldığım günlerden beri, çiçekleri sulamayı bıraktığım, kedinin yemeğini unuttuğum ve kendisini beşinci kattan aşağı attığı günlerden beri, ayaklarının kırığını, o yeni taze üniversiteli kızın tedavi ettirdiği, sonra gebe kalıp dört tane yavru doğurduğu günlerden beri, yani terkedilip geride kalan olduktan sonra;
oturdum
yaslandım
duvara
bir bardak su içimi
soluklandım
Mahkeme kâğıtları diyordu telefonda bir kadın ağlamaklı, seni arıyorlar. Evet, beni arıyorlar. Çünkü ben kalandım. Firar eden etmişti, teslim olan teslim olmuştu, geri çekilen geri çekilmişti. Bir başına kalmıştım. Bir kadın sesi ağlamaklı seni arıyorlar, teslim ol, git konuş diyen. Zaten kalarak teslim olmamış mıydım, zaten o dört duvar yer perdesiz pencereler içinde teslim olmamış mıydım?
boşandım
nefesimden
damlalar
yaşadı
son talanımı
Ayaklarımı uzatmışım yere. Bir eski teypten çalan şarkılar. Sırtımda güneşin ve gündüzün ağırlığı, toz kokan odada, dün geceden kalan hiçbir şey kalmamış. Kim geldi kim kaldırdı. Belki ben sabahın sersemliğinde belki alt kattaki çocuklardan biri. Anahtar. Nedir ki neyi kapatıyorum neyin üstüne neyi kilitliyorum. Kırmızı balıkçı kazağım bu sıcakta kimin hazinesi olur ki, versem de açık bıraksam da üstünde unutsam da anahtarı ne değişir? Rüyalarıma giriyor kaçtığım yerler, tekrar dönmek için yolları arıyorum. bulamıyorum. Tek çarem kalıyor. Uçmalıyım. Rüyalarımda uçuyorum. Artık uyanasım gelmiyor, kalkasım gelmiyor yataktan. Rüya istiyorum. Rüya sarhoşuyum. Her tarafım tutulmuş yatmaktan ama rüya istiyorum. Bir kadın başımda rüya mı gerçek mi bir gözlüklü çocuk bakıyor bana gerçek mi rüya mı. Uçuyorum Elektrik tellerine konuyorum. bir kargayım gerçek mi rüya mı. Susadım. İçtiğim ne? su mu? Gerçek mi, rüya mı, gerçek mi, rüya mı?
bir masal okudum
satırlara
kendimden
muammalar
gizledim.
Rüyalardan çıktım. Hala terkedilenin kalanıyım. Gittiler. O soğuk gün, o yılın ilk günü bırakıp gittiler. Yalnızdım. Gidecek bir yerim yoktu. Gece olunca o soğuk eve çıktım. Terk edilmek tazeydi, kalan olmak nedir bilinmiyordu henüz. Soğuğa sarınıp uyudum. Kaç geceler yalnızlığı sarındım. Kaç geceler yalnızlığa uyandım. Kaç geceler yalnızlığa haykırdım. Kaç geceler korkuların ağlarına yakalandım. Yağmurlar yağdı, pencereler titredi rüzgârlarla. Bir kartal yuvasıydı en üst kat ve en son balkon. Çıktım kimi zaman balkona ve aşağıya baktım. Nasıl çarpacağımı düşündüm yere. Sonra içeri girip oturdum penceresiz odada. Işık batıyordu. Sesler batıyordu. Tek dinlediğim rüzgârdı, yağmur damlalarının vuruşu kirli camlara. Büyük boş salona geçerdim bazen. Yağmur yağarken. Damlalar iz olur da kayardı. Yollar çizerlerdi kendilerine dair. Hiç kimsenin görmesi önemli değildi. Damlanın kendi yoluydu işte. Kayar ve karanlığa karışırdı. Yere düşerdi belki ama yaşardı.
Yaz. terk edilmenin ne olduğunu öğrendim, kalanın ne olduğunu öğrendim. Sonra işte onu, kedimi buldum bir sokak kedisi. Avukatım vermişti. Beni bekliyordu. Benimle oynuyordu. Sarıldığım tek varlıktı. Ayaklarımdaydı, başucumda uyuyordu. Küçüktü sonra büyüdü biraz ama hep küçük kaldı gözlerimde. O yanımdaydı. O yanımdayken beni fikirlerim terk etti önce. Sonra direncim. Kapandım kapılara dışarılardan üstüme. Geceleri sabahlara dek başka göçebe odalarında kanatmaya devam ettim. Unuttum kapandığım kapıları. Uğramaz olmuştum. Kedim benim. Atmıştı kendisini, benim intihar atlayışımı düşündüğüm gibi. Kırılmıştı ayakları.
kedim
koparılmaz
yeşil daldan
silinmez maviden
haberliydi
Bir gece döndüm odama. O taze üniversiteli kız kucağında geldi yanıma. “Zeliş” dedi, iyi artık, “Zeliş” benim olsun mu? “Zeliş” senin olsun, “Zillim” senin olsun, “Zoyam” senin olsun. Ara sıra izin ver gelsin yanıma bazen bir gece yine sarılıp yatalım onunla, sonra ben sana usulca bırakırım zilli zeliş zoyamı. Senin uykularına senin rüyalarına emanet ederim onu.
Odamda oturuyordum. Sesler uzaklardan geliyordu. Asansörler çalışıyordu. Ben kalandım hem kedimin arkasından hem göze aldıklarımın arkasından kalandım. Beni terkediyordu, içimden bir şeyler sıyrılıp çıkıyordu. Bir enkaz kalıyordu geride, yığılmış bir kum tepesi.
sorularımı
savurdum
ummanları
dağıtan yele
Sorusuz kaldım. Sormak istemiyordum çünkü. Cevap aramıyordum. Cevap yoktu çünkü. Bir oluşun kesintisiz akışında eşyalar nesneler özneler nasıl yerleşirse yerleşsinler bağların gücünde kâğıttan kalelerdi. Gördüm zayıflıklarını. Tattım zayıflığın ölümcül tadını. Güç yoktu, bağlanmış bir ağ vardı, kimi gözenekleri geniş, kimi gözenekleri dar. Bir elekten geçen ve iri taneleri yukarıda kalan topraktık işte. Bazen alta geçiyorduk bazen üstte kalıyorduk. Bazen karılıyorduk bazen destek yapılıyorduk, bazen değerliydik bazen atılıyorduk, her an ve her an değişerek tane büyüklüklerimiz, her an ve her an ihtiyaç duyulduğumuz yerler değişerek kullanılıyorduk. Bir işte adam yerine koyuluyorduk, sokakta bir yerde itilip kakılıyorduk, bir meydanda yollarımız kesiliyordu, bir bilgisayarda problemler çözüyorduk, para deniyordu gündüzleri, akşam aşklar yasaklanıyordu. sorulara yer yoktu. Cevap yoktu çünkü. Soru soruyorlardı. Aldıkları cevaplar yanlıştı. Tek doğrusu vardı cevabın, bilmiyorlardı. Yaşamdı bu cevap, gerisi yanlıştı, ötesi yalandı ve sonu yoktu.
davul
gümbürtüsünde
üfledim
rüzgarı
deli deli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder