Bir paradoks
Yıllardır süren bir kapanmayım
Yasaklamışım her şeyi kendime
Geri çeviren, çevrilen
Reddeden reddedilmiş
Karanlıklara kuytulara hapsetmiş hapsedilmiş
Yıllar sonra
Aylar günler dakikalar sonra
Yalnızca vurulan bir fiske
Hafif bir üfleyiş közü
Volkan patlamasını bir çağlayan tetikler mi?
Baraj mı zayıf
Kabaran sular mı azgın
Yoksa fiskenin gücü mü darmadağın ediyor setleri?
Başka fiskeler vurulmadı mı hiç?
Unutuş veya unutuluş mu güçlendirdi suları?
Yoksa miadı mı doldu taşların?
Mızrabı tutan elde hüner
Tel dursa kendinden bin yıl vermez o sesi
Fiske bir dokunuştur
Gücü balyoz
Fay hattına
Dengede olana küçük bir dokunuş
Başlatır depremi
Bir fatih midir küçük kelimeler yoksa bir işgalci mi büyük sözler?
Paradoks bu
***
İnsan bir şey yapmaya karar verince sonuna dek gitmeli. Yaptığı işin sorumluluğunu yüklenerek.
İnsan ne yaparsa, en başta yaptığı şeyi kendisinin yaptığını bilmeli. Sonra kuşku ya da pişmanlık duymadan eylemlerini sürdürmeli.
Kuşkum da yok, pişmanlığım da olmadı.
Yaptığım her şey, doğru-yanlış, birisinin ya da birilerinin etkisinde ya da değil, benim kendi kararım, kendi sorumluluğum iledir. O yüzden hep kaybedenler sınıfında görülmekteyim çevremdeki insanlar tarafından. Ama kaybedenlerin, tapındıkları eşya mal sahibi olma mitosuna bağlı olarak kendileri olduklarını bilmemektedirler bana göre.
Yaptığım en önemsiz bir şey, mesela gezmek pekâlâ benim ölümüme yol açabilir. Ölüm her zaman yanımızda, bizi hayata bağlayan güç, onu görmezden gelebilme özelliğimizde saklı. Kuşkulanmaya, pişmanlık duymaya zamanımız yok. Şayet gezerken ölürsem buna katlanırım. Çünkü ben öldüm. Kabullenmek zorundayım.
Kendimizin ölümsüz olduğunu sanıyoruz, kendimize ölümü kondurmuyoruz. Yalnızca ölümsüzler kararlarının silinip bozulabileceğini sanırlar. Çünkü sonsuz yaşam içinde pişmanlıklardan geri dönüş ve tekrar benzerlerini yaşayabilme olasılıkları var. Ancak ölümlüler için bir avcıdır ölüm. Kuşkular ve pişmanlıklar için zaman yok. Yalnızca karar vermeye zaman var ve o kararları kusursuzca yaşamaya, yapmaya.
Birisinin fikrini kabullendiğin an, bu senin fikrin olmuştur. O andan itibaren kuşku ve pişmanlığa yer yoktur. Yalnızca yeni bir karar alırsın.
Yakınan insanlar kendi kararlarının sorumluluklarını almayanlardır. Bir insanın kendi kararlarının sorumluluğunu üstlemesi o insanın gerekirse o uğurda her şeyi göze alması demektir.
Burada kararın ne olduğu hiç önemli değildir. Hiçbir şey başka hiçbir şeyden daha önemli ya da daha önemsiz olamaz. Her durumun bir avcı olabileceği bir dünyada kararın küçüğü büyüğü yok, kararlarımız var.
Askıda kalan hiçbir işimiz olmamalı o halde. Telaşımız olmamalı.
İşin püf noktası nedir?
Biz kendimizi ya mutsuz ya da güçlü kılarız. Her ikisi için de harcadığımız çaba aynıdır.
Toplum, sistem, düzen dediğimiz bir şey bize kurallarımızı, normlarımızı veriyor. İyilik, kötülük, namus, dürüstlük ve seni beni belirleyen biçimleyen aklına ne gelirse, onların türevleri kavramları, değerleri, beklentileri, başarıları, başarısızlıkları, kendimize ilişkin hayallerimiz onların aslında. Bizim değil.
Bizlere bunlara ulaşmak için, sahip olmak için, tamahkârlık, aç gözlülük, korkaklık vermişler. Bizleri, kendini beğenmiş, sıradan ve aşırı bencil hale getirmişler. Bunun için hükümranların yaptıkları bir şey var. Bizi itaatkâr, yumuşak başlı ve zayıf tutmak için muazzam bir manevra gerçekleştiriyorlar. Saldırganların stratejisi açısından muazzam elbette.
Bizim açımızdan ise dehşet verici bir manevra: Bize kendi zihinlerini veriyorlar. Onlar bizlere kendi zihinlerini veriyorlar. Onların zihinleri bizim zihnimiz oluyor. Şatafatlı ve marazi bir zihin.
Bu zihin yoluyla elverişli olan ne ise onu şırınga ediyorlar bize. Televizyon, diziler, filmler, gazeteler, müzik, siyaset, partiler, dinler, okullar, hapishaneler, kışlalar, fabrikalar, silahlar, bombalar, yarışmalar, rekabet. Farkındalıklarımızı, farklılıklarımızı yok etmek için sorunlar oluşturuyor, sırtlarımıza sorumluluklar yüklüyor. Evlilik, aile, çevre, devlet, iş, savaş, hırs, güya barış, şöhret, para, sahip olma, kazanma, sanki başlangıçtan beri böyle gelmiş de başka türlüsü olmazmış gibi.
O zaman farkında olanlar kendilerini kendileri ile disiplin altına alacaklar. Farkında olanlar için tek seçenek var onların zihnine karşı. Kendi öz denetimimiz. Denetimden anladığım insafsız uygulamalar değil. Sabah 5.30’da soğuk su ile yıkan, aç kal, susuz kal, bira içme, yatma, kalkma değil.
Denetim şu olmalı: “Beklentilerimiz arasında olmayan olasılıklar karşımıza çıktığında dinginlikle onları karşılamak.”
Yalnızca bu. Disiplin bir sanattır. Huşu içinde yüz yüze gelme sanatı.
Eğer farkında olanlar karar verirse bugün geç değil. Ama karar verdikten sonra, yarın, geç. Sanki kaybedecek bir dakika yokmuşçasına kararlar kusursuzca eylemlere dönmeli yaşanmalı.
Kusursuz hatasızlık değidir. Kusursuzca yapmak o karar için ne gerekiyorsa gerektiği gibi yapmak demektir.
Kusursuzluk mutlak yapmak ve başarmak değildir. Yalnızca bize en kolay görünen, en kolay gelen ve fakat hiçbir zaman gerçekleştirmediğimiz “gerekeni yapmaya başlamak ve devam etmektir”.
Bu kararlılıkta insanların birbirlerini tüketmeleri ve “hadi gidelim,” demeleri yoktur.
Yalnızca yapılanlar ve o yapılanlar için ortaya konulan çaba ve sonuçları vardır, herkesin kendi hesabına, defterine göre.
Suçlu, sorumlu, mazeret, öfke yoktur. İnsanlar söylediklerinin ve yaptıklarının tutsağı olmadan yaşayacakları bir karar uzayı vardır. Bu yol bizi taşıyan bir yoldur, yalnızca o kadardır, bir yoldur.
Esinlenme
Ixtlan Yolculuğu Carlos Castenada
Erk Öyküleri Carlos Castaneda
Sonsuzluğun Erki Carlos Castenada
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder