“Tam burası” dedi, “çizeceğin yer tam burası” ve omuz başını gösterdi dövmeciye. Bir çapa resmi çizdiriyordu. Geçici bir dövme yaptırıyordu omuz başına.
Bütün denizcilerde olurdu çapa. Diğer dövmelerinin yanı sıra. Kimilerinde uzak bir adanın silueti belirirdi, kimilerinde bir “hülyanın gönlü yakışı” nakşedilmiş olurdu kalbinin üzerinde.
Onun için denizci olmak, balıkçı olmak aynıydı. Oltası olması onun denizci olması anlamına geliyordu. Bir sandalda kürek çekmesi onun denizciliğinin kanıtıydı.
Sahilde dolaşan bir köpeği okşadı. Ensesinden tutup gözlerine baktı korkarak. Sonra düşük kulaklarını okşadı yine köpeğin. Gözü “çapa”sına kayıyordu. Köpek de farketmiş midir denizci olduğunu?
Bir şişeye misinayı bağladı ve sardı düzgünce. Sonra ta uzaklara fırlattı misinayı. Şişeyi kuma sabitledi.
Kaya balıkları berrak suda yüzüyorlardı. Geceydi ve limanın oradan gelen gürültü ve sesler balıkları ürkütmüyordu. Gerilen ipi kontrol ediyordu ara sıra. Sonra köpeklerin yanına dönüyordu. Yavrularıyla oynuyordu. Ama yine de korkuyordu.
Kaç gün boyunca o dövmenin çıkmaması, silinmemesi için uğraştı. Yıkanıyordu ama ovmuyordu, suyu daha az tutuyordu oraya. Akşamları o yana yatmıyordu. Ama silindi bir gün kalmadı. O gün de yola çıkılacaktı. Bir tatillik ömrü olmuştu çapasının. Bir tatillik ömrü olmuştu dövmesinin.
**
Geçiciliklerin kalıcılaştığı anda susmak anlam kazanıyor.
***
Caddeden yukarıya doğru yürüdüğünüzde, sağlı sollu kahveler, nargile kokuları salınmış kaldırımlara. Her yan “cafe”, “patisseire”, “bar”, “pub”…Her yan “carlsberg”, “tuborg”, efes pilsen”, “beck”…
Simitçiler tezgâhlarını kapatmışlar… Çiçekçiler ellerinde gül goncalarını sevgililere uzatıyorlar. Dilenci kızlar ve çocuklar ağızlarında çiğnedikleri laflarla etraflarını sarıveriyorlar grupların.
İnsanların gürül gürül aktığı daracık yollarda, dışarıda yemek yiyenler. Kaldırımlara serilmişler et parçalarını lokma lokma atıyorlar ağızlarına ve karşısındakilerle hararetle tartışıyorlar. Garnitürler, soğuk içecekler…
Müzikler taşıyor karşı büyük binadan dışarıya… Daha akorlar basılıyor… Deneme sesleri… Kararmamış bir gökyüzüne inceden ayar çekiliyor akşamcı kadehlerinden…
Siyah pantolonlar, siyah tişörtler, uzun saçlar, kısa sakallar, kulaklarda değişik küpeler, kaşlar çizilmiş, bileklerde deri örgüler, tişörtlerde yazılar… Resimler… Parmaklarda yüzükler ve her bir parmakta ayrı ayrı.
Kokoreç, midye, çiğ köfte tezgâhları…
50 mumluk ampuller yanmış. Kendilerini bile aydınlatamıyorlar.
Döngü çok hızlı. Oturanlar. Bir iki bira içip evinin yolunu tutanlar. Uzun kalacak olanlar dostluklarını beklemektedirler tünedikleri sandalyelerde.
Her gün… Her gün…
Ben neredeyim? Sen neredesin?
***
Geçiciliklerin kalıcılaştığı anda susmak anlam kazanıyor.
***
Demirler dövülüyor. Kaynak arkları fışkırıyor masmavi. Bir kamyon yükünü boşaltıyor. Bir kazan yükleniyor bir römorka. Tahta sandıklar çakılıyor. Her çeşit araba, en iyisinden. Klimalar üfürüyor sıcağa içeriden. Ellerinde çantalılar, boyunlarında kimlikleriyle, girip çıkıyorlar atölyelere.
Bir zamanlar sen de böyleydin. İşçiler hep kuşkuyla bakarlardı sana. “bunun ne işi var buralarda” dediklerini anlardın gözlerinden. “neden geldi”, “yeni bir tezgâh mı gelecek yoksa?”
Bir zamanlar sen de böyleydin. İçlerini yatıştırmak için “merhaba”, “kolay gelsin” derdin. Ama onlar seni anlarlar mıydı? Kuşkuları yatışır mıydı? Bilinmez. Küçük bir çırak bakardı belki yalnızca sana. Belki “ahh, ben de olabilir miydim böyle”nin bir bakışıydı o bakışlar. Diğerlerinin umutları kediye yüklenmişti bir kez… Onlar hor bakarak temizleniyorlardı.
Tezgâhlar çalışırdı. Demir talaşları, spirallar, geniz yakan ısınmış metalin keskin kokusu. Yerlerde toz ve toprak.
Çok gittin, çok geldin. Girdin ve çıktın. Yazdın ve çizdin. Selamlaştın. Bir zaman sonra o yağlı nasırlı eller uzandı sana. Tokalaştın.
Tezgâhlar dururdu. Sen durmazdın. Akşamlar olurdu. Sen akşam olmazdın.
Metrolarda birlikte dönerdiniz gecenize. Onlar kendilerini bırakmaya giderlerdi yataklarına. Sen kendini bırakmaya giderdin biraya, votkaya, kahveye, çaya. Onlar bir gün sonrasına hazırlanırlardı uykularında, sen bir gün sonranı kapatırdın sabahlarında. Dışarı çıktığında için dolardı güzelliklerle. İçerideysen nefretin ürerdi bir köpek yalnızlığında.
Hep dışarı çıkmaya başladın. Dışarılar çağırıyordu seni. Gel diyordu sana… Fırsatlarıma gel, bilinmeyenlerime gel.
Sonra gördün ki, dışarılar da içeriymiş.
Bir demirin ucundan tutmakmış gerçekten dışarı, bir domatesi, biberi birlikte yemekmiş, bir diş sancısı için rakı bulanmış pamuğu dişe bastırmakmış dışarı. Yürümek değilmiş, otobüsler, metrolar, minibüsler, taksiler değilmiş dışarı. Dışarı insanlarmış. Çürük dişler, yanık tenler, dilenciler, kırık tırnaklar, yaralı yüzler, küfürlermiş dışarı. Stop etmiş bir arabayı itmekmiş dışarı çıkmak. Merdivenden inemeyen bir çocuk arabasının önünden tutmakmış.
Beklenmeyenlermiş dışarı. Beklenenler hep içeri. Geçiciliklermiş dışarı. Kalıcı olanlar hep içeri. Çok oldun mu birilerinin içinde. Çok oldun mu hayatlarda. Çoğaldın mı anlarda ve anılarda. Dışarıdasın.
***
Geçiciliklerin kalıcılaştığı anda susmak anlam kazanıyor.
***
Bir telefon çalıyor. Bir mesaj geliyor, bir ödeme emri, bir koli, bir zil çalıyor, kapılar kapanıyor, rüzgâr camları çarpıyor, perdeler sıkışıyor pencerelere. Ağaçlar sallanıyorlar. Bir güvercin pencere pervazında. Guguklar ve karga gakları.
Hayatın kendi ezgisi dolduruyor kulakları. Düzensizliği içinde bir ahenkle. Düzenli sesler içeri, sokağın, dağın, ormanın sesi dışarı.
Çaydanlığın fokurtusu dışarı, haberleri okuyan spiker içeride.
Dağlara yürüyeceğim. Yüksek tepeler tırmanacağım. Ağaçların altında uyuyacağım. Asfalttaki çizgiler boyunca adımlayacağım günlerimi. Bekleyecekler beni, arayacaklar. Bulacaklar beni ama beni bulamayacaklar içerlerinde. Ben dışarılarda olacağım. El edeceğim onlara onların yanındayken. El edeceğim onlara onlarla yürürken, içerken.
Geçicilik dönmeyecek kalıcılığa… Donmayacak karelerde anlar. Yalnızca bir iz düşümü olacak fotoğraf hayatın; baktığınca; gördüğünce. Gördüğün geçicilik olacak. Kalıcılığı görürsen yırt at kareyi, parçala, diyeceğim.
***
Geçiciliklerin kalıcılaştığı anda susmak anlam kazanıyor.
Gölgemin geçiciliği ne güzel, ölümün kalıcılığı ne kadar suskun
Beyaz kedi her yanı tarayıp ertesi gün için gökyüzünü temizleyen gümüşsü ayı temsil eder. Beyaz kedi "gizlice ortadan kaybolanları izleyen, iz takip eden avcı; araştırıcı; kelebek avcısı"dır. Margaras "ternizleyici" ya da "kendi kendini temizleyen hayvan"dır. Yolu gümüşsü ayla aydınlanmış olan beyaz kedi avcı ve katildir. Bütün karanlık, gizli yerler ve varlıklar o karşı konulmaz ölçüde tatlı ışıkta ortaya çıkar. (William S. Burroughs - İçerdeki Kedi)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Ben Şimdi Ölmedim
- Meçhul bir Ömer'e. Bir şiirin hikayesi, şiir yazılırken anlatılmaya başlar. Şiirle beraber hikaye yazılır. Ben şimdi ölmedim. Her iste...
-
Şahin Şahvelioğlu (1958 - 2017) ------------ 16 Mart 2017 Perşembe - Kırıntı Köyü halkımızdan Şahin Şahvelioğlu (59) İstanbul'da ya...
-
Belleksizleşmek İstiyorum. Bu bir beklenti değil, bu bir niyet değil, bu bir geri çekilme veya kaçış değil. Tükenmiş olmanın doğal bir sonuc...
-
Einstein: Her şey olabildiğince kolay olmalı, ama ‘basit’ değil. Bu konuda Steve Jobs'un bir düsturu var. Öyle tasarlamalısın ki ger...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder