10 Eylül 2023 Pazar

Sessizliği duyuyorum

Sessizliği duyuyorum.

Kara, hain bir bela ensemde. Düşünememenin, konuşamamanın sancısı da böyle. Sırtımda başka gölgelerin ağırlıkları. Kapılardan geçerken omzuma  yapışan bir el. Islak bir ses uğultusu. İrkiltiyor beni. Otomobiller, minibüsler, otobüsler, kamyonlar... Motor homurtuları. Hala dinmedi. Kim, kimi, neden bekliyor? Suskunluk... Sessizlik... Hah şimdi gidiyor... Oh. Durakta duran otobüsün iniltisi. Gece yarısını geçmiş saatler, korkularım benimle. Saatler ilerliyor. Ayak sesleri mi? Hayır... İnsan nefesi mi? Hırıltılı... Hayır.

Aniden doğruldum uzanıp kaldığım yerden. Sanki bir el beni dürtmüş gibiydi, bir soluk yalayıp geçti. Dilim kurumuş, ağzım yapış yapış. Korkunun susuzluğu.

Dalmışım uykuya veya çökmüş uyku gırtlağıma.

Güneş ışınları oynaşıyor gözümde. Sabah olmuş.

Sabah.

Ne büyülü ne güzel kelime.

Eskiden sevmezdim sabahları. Şimdi öyle mi? Beni gecenin karabasanlarından çekip çıkarıyor. Işıkla beraber gölgelerine sinmiş tüm canlılar, cansızlar avucumun içi gibi ayan ve beyan, açıktalar. Işık, ışık, ışık. Karanlığı süründüren güç.

Dallardaki kuşların içini görebiliyorum. Karşıki evde, pencere kenarında sabahlara dek ders çalışan kızın gözbebeklerinde yakalıyorum caddelerin ıssızlığını. Ürperiyorum ama sabah olmuş ya. Kediler kapının önünde. İki yavru annelerini emiyorlar. Tek dertleri yaşamak.

Ne burada ne de var sessizlik. Kaf Dağına yolluyorum iç çekişlerimi. Simurg kuşunun ayağına bağladım kelimelerimi ve geceleri sokaklarda gölgelerimle kovalamaca oynama özgürlüğümü. Sakın dağılmasınlar acılarımdan damıttığım sevinçlerim.

Şimdi gergedan yalnızlığımdayım. Koca steplerde tek başına dolaşıyorum.

Saldırırım kimileyin onun gibi. Kimileyin domuzsu bir kinle dolanır dururum.

Hep öldürülmüşüz, öldürülmüşüz. Saldırırsak yaşarmışız gibi geliyor gergedanlara. O kadar azız ki şimdi. Saldırganlıklarımız bile korumamış bizi.

Artık tarihin vitrinine girmeye hazırlanıyoruz, koca kafamız, uysal boynuzumuz, kıraç toprakların rengine dönmüş kalın derimizle. Şurada ne kaldık ki yeryüzünde. Takvimlerimizin son yapraklarındayız. Çevrilecek uzun göç yolları bitti kâğıtlarımızda. Belli belirsiz bir iz kalemden sızan mürekkebin soluk mavisinde. Gözü doymaz, kan emici bir çağ. Kendini tahtırevanlarda taşıtan biriktiricilerin safarileri yalnızlıklarımızın avcıları oldular ve birlikte aynı otları paylaştığımız, aynı suları içtiğimiz, aynı kuraklıklarda kırıldığımız, aynı göğün altında birlikte uyuduğumuz çıplak ayaklı insan kardeşlerimiz attılar mızraklarını ilkin bize, ilk oku onlar sapladılar sırtımıza, ilk tetiği onlar çektiler alnımıza, ilk bıçağı onlar vurdular boynumuza... 

Başımızı, tek boynuzlu yalnızlığımızı onlar sundular elleriyle, temiz kanlılarımıza. Kanlılarımız ise başlarımızı, kelimelerimizi, sözlerimizi içi boşaltılmış anlamları ile evlerinin kütüphanelerinde sergilediler, yemek sofralarının mezesi yaptılar yüreklerimizden söküp yonttuğumuz karmaşalarımızı, haykırışlarımızı. Uzaktan ve baş köşelerinden dinlediler, ölürken sesini yitiren bir şarkıcıyı, kesik elleri gitarın tellerine dokunurken gölgesi, gergedansı onu usulca öpüp terk ederken...

Şimdi gergedan yalnızlığındayım. Otobüslerde, kaldırımlarda, vitrinlere bakarken, yatarken, uykuya sızarken, gergedanım. Onun gibi homurdanıyorum. Kelimesiz yaşıyorum, susuz dayanıyorum, tozu dumana katarak koşuyorum steplerimde, bir parça kağıt kadar...

Sabah.

Radyodan sesler geliyor. Ben zamanla cebelleşiyorum. Hayatların içinden hayatım geçiyor. Kimileyin teğet, kimileyin dokunmadan, kimileyin ta merkezinden çemberin.

Hiç yorum yok:

Bir Bildiri Hakkında

Tarih: 09.12.2023 Yazar: Zühtü Kayalı LUDWİG WİTTGENSTEİN VE MANTIKSAL FELSEFE İNCELEMELERİ (TRACTATUS) LUDWIG WITTGENSTEIN AND LOGIC PHILOS...