24 Şubat 2008 Pazar

Bu Son mu/Son

Bahçedeki havuzda kırmızı Japon balıkları vardı, suyu bulanıktı. Dört bir köşede nilüfer çiçekleri yüzüyordu. İçine güneş düşmüş, yosun tutmuştu dibi. İçinde ağaçlardan dökülen yapraklar yansılarımızdaydı. Balıkların oyunlarıyla dalgalanıyor,. kırışıyordu rüzgarın nefesiyle yüzlerimiz.

Havuzun başında, çam ağaçlarının altında, güneşleydik.

Sesler düşüyordu suyun içine. Gölgelerimiz geçiyordu bulutların önünden. Etrafına duvarlar çekilmişti bir ayak boyu kadar. Oturuyorduk kenarına; elimizi suya daldırdıkça konuşurken, avuçlarımızda biz. Damlalarda yüzlerimiz damlıyordu. Güneş gökyüzünü maviye boyuyordu. Adımız anıldıkça bir yerlerde, kulaklarımız çınlıyor, yüzlerimiz kızarıyordu.

Bir perde çekiliyordu, bir odanın içinden gölge kaçıyordu bahçenin köşesine. Otlar arasında geziniyordu bir kedi. Güneş ışıklarını yalıyordu bıyıklarındaki. Saatimden yansıyan yuvarlak beyazlığın peşine düşüyordu. Gölgelere saldırıyordu.

Havuzun, denizin, soruların, yolların kıyısındaydım

Küçük çocuklar dönüyordu havuzun etrafında. Balıklara el uzatıyorlardı. Kırmızı sırtlarını tıpışlamak istiyorlardı. Kedi bakınıyordu havuzdaki balıklara, gözlerinde kırmızı gölgeler. Kenardaki banklardaydı insanlar. Kediden, balıktan, nilüferden, sudan ve dökülen yapraklardan, güneşin önünden geçen bulutlardan, iğne yapraklı çamların uğultusundan, ve konuşmalarından, rüzgardan habersizdiler.

Otlara uzanmıştık. Gözlerimizde güneş ışıkları oynuyordu, ot kokuları burnumuzda, gıdıklıyordu yanaklarımızı. Toprağı sırtımızda duyuyorduk. Yanıyorduk onun serinliğinde. Yüreğimizin üstüne yatıyorduk. Yüreğimizin atışını dinletiyorduk toprağa. Kulağımız toprakta, tren seslerini taşıyorduk içimize.

Nilüfer çiçekleri dolaşıyordu. Kökleri uzun ve kocaman yapraklar, kıyıya atılmış birer çapa gibi bağlıydılar köklerine. Demirlemişlerdi yüreğimize. Mor ve beyaz ve göbeği açık sarı renkleriyle salınıyorlardı. Yaprakları birer tabaktı. Bize güneşin yeşilliğini sunuyorlardı.

Havuzun çevresini dönüyorduk. Kasımpatıları kokluyorduk, fesleğenleri. İğde ağacının dalları örtüyordu gözlerimizi.

Kuşlar girip çıkıyorlardı içimize. İçimizden söküyorlardı çöplerimizi, yuva yapıyorlardı onlarla. Dertlerimiz umut oluyordu yeni yavrular için. Serçelerin kanatları, kedinin kulağı şeffaflaşıyordu. Kargalar geçiyordu üzerimizden. Guguk kuşları. Balıklar derinlerden yukarılara akıyorlardı. Yıldızları bekliyorlardı, ayı bekliyorlardı. Kelebekler yapışıyordu yapraklarımıza. Arılar daldırıyordu hortumlarını yüreklerimize. Emiyorlardı bizi.

Havuzun, denizin, limanların kıyısındaydık. Mendireklerdeydik. Babalardık. İspermeçet mumlarıydık gecelere. Dalgakırandık, deniz feneriydik. Ağda çırpınan balık, ağlayan kalamardık. Denize bağlanan halatlar.

Ellerimiz suyun içindeydi, ayaklarımız toprağa kök salmıştı. Gözlerimiz bulutlarlaydıAklımız uçurtmaların enginliklerde kaybolmuştu. Güneş yakıyordu gözlerimizi.

Duvarlar, direkler, tel örgüler, yükseliyordu ve dışında kalıyorduk şehir merkezlerinin. Binalar sarıyordu çevremizi, bahçemiz daha bir koyulaşıyordu yeşille, ağaçlar daha bir hızlı boy atıyordu. Havuz suyunu daha hızlı temizliyordu, inada inat. Siren sesleri arttıkça kuşlar daha çok ötüyorlardı.

Çimenlerin üstünde yalınayak yürüyorduk. Ayaklarımız çıplaktı, biz çıplaktık. Çiğler vardı, kırağılar vardı yapraklarımızda. Koca çınarları kucaklıyorduk. Başımızı dayıyorduk kuru kabuklara. Kesilmiş bir daldan sızan ağacın özsuyuna daldırıyorduk parmaklarımızı ve burnumuza o keskin kokuyu çekiyorduk. Püseleri kazıyorduk ve yumuşak yerlerini dillerimizle yalıyorduk. Tadıyorduk ağaçları.

Havuzun kenarında mıydık, Hayatımızın kenarında mıydık?

Bir koşumluk ve bir sıçramalık atlamaların öksesindeydik. Taze bellenmiş toprağın kokusunda, tavlı kuruyuşunun buharında, karışmasındaydık gökyüzüne.

Dağların morunda, sabah sisinin mavisinde, göllerin dibindeydik. Güneşin bulutlardan gül kurusu kaçışında, laciverdin üstünde kızıl pembedeydik. Bir uçağın beyaz izinde, bir geminin köpüklü yarmasındaydık denizi.

Bulutların isyanında, sonsuza el açan selvilerin ölüme meydan okuyuşundaydık. Dallara çarpmadan uçan kuşların cıvıltısındaydık.

Havuzduk. Havuzları doldurmuştuk. Akıyor, doluyorduk ve boşalıp buharlaşıyorduk. Tekrar güz yağmurlarıyla dönüyorduk balıklarımıza, nilüferlerimize. Çimenleri öpüyorduk ıslaklıklarımızla, kuruyan dallardaki tomurcukların başlarını ayağa dikiyorduk. Çocuklarla elele tutuşmuştuk ve dönüyorduk havuzun etrafında, balıkların içinde.

Yaşıyorduk.

Sağanakmışçasına hayatı, damlalarmışçasına zamanımızı yaşıyorduk. Dakikalarımızı emanet bırakmıştık güneşe. Duruyordu ta göğün en tepesinde. Hareket etmiyordu. Bizi bekliyordu. Büyümüyorduk, oynuyorduk. Havuzlara giriyor, havuzlardan çıkıyorduk. Yollara dökülüyor, mazgallardan nehirlere dağılıyorduk.

Güneş bekliyordu bizi. Oynuyorduk. Nefeslerimizin talan ettiği havayı çekiyorduk içimize ve onu bir duaymışçasına evrene salıveriyorduk.

Avuçlarımız avuçlarımızın içindeydi. Çizgilerimiz çizgilerimizle üst üste gelmişti. Avuçlarımızı bir gülmüşçesine tutuyorduk. Parmaklarımızın ucundaki pürüzleri, tırnaklarımızdaki çıkıntıları keşfediyorduk. Dikenlerimiz batmıyordu. Keskin bir ürpertiydi sanki.

Güneş havuzu bekliyordu, biz güneşi bırakmıyorduk, ayı çağırıyorduk güneşin yanına. Sabahları yakalıyorduk ikisini hınzırca yalnız başlarına. Çayımıza, kahvemize ışıklarını ortak ediyorduk.

Yüreklerimiz gepgeniş vadiler gibi. Ne doluyuz kendimizle, ne boşluğuz yokluklarımızla. Havuzun kenarındayız.

Hiç yorum yok:

Ben Şimdi Ölmedim

- Meçhul bir Ömer'e. Bir şiirin hikayesi, şiir yazılırken anlatılmaya başlar. Şiirle beraber hikaye yazılır. Ben şimdi ölmedim. Her iste...