15 Nisan 2024 Pazartesi

Bir Bildiri Hakkında

Tarih: 09.12.2023

Yazar: Zühtü Kayalı

LUDWİG WİTTGENSTEİN VE MANTIKSAL FELSEFE İNCELEMELERİ (TRACTATUS)

LUDWIG WITTGENSTEIN AND LOGIC PHILOSOPHICAL REVIEWS (TRACTATUS)

Araştırma Görevlisi Halis ÇAVUŞOĞLU

Bursa Uludağ Üniversitesi. 

Al -Farabi Journal 7. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi

1-2 Mayıs 2020, Bursa/Kongre Tam Metin Kitabı

Bildiri metnini okuduğumda yalnızca Türkçe kaynaklara dayalı bir referans listesi gördüm. Benim gibi amatör okuyucular için referansların Türkçe olması sorun oluşturmaz. Çünkü bir uzmanlık alanı sahibi olarak bu okumaları yapmıyoruz. Genel bilgilendirme açısından bizim için anlamlı oluyor. Ancak bir araştırma görevlisinin böyle bir konudaki bildirisinin yalnızca Türkçe kaynaklarına dayandırılmasını eksik görüyorum.

KAYNAKÇA

* WITTGENSTEIN, Ludwig, Defterler 1914–1916, Çev: Ali Utku, Birey Yay, İstanbul– 2004.

* WITTGENSTEIN, Ludwig, Felsefi Soruşturmalar, Çev: Deniz Kanıt, Küreyel Yay, İstanbul–1998.

* WITTGENSTEIN, Ludwig, Renkler Üzerine Notlar, Çev: Ahmet Sarı, Salkımsöğüt Yayınları, Erzurum-2006. 

* WITTGENSTEIN, Ludwig, Tractatus Logico-Philosophicus, Çev: Oruç Aruoba, YKY, İstanbul–2003.

* WITTGENSTEIN, Ludwig, Yan Değiniler, Çev: Oruç Aruoba, Altınkırkbeş Yay, İstanbul–1999.

* WITTGENSTEIN, Ludwig, Zettel, Çev: Doğan Şahiner, Nisan Yay, İstanbul–2004.

* WITTGENSTEIN, Ludwig, Viyana Çevresi, Çev: Zeki Özcan, Birleşik Kitabevi, Ankara - 2012.

* ÖZCAN, Zeki, Dil Felsefesi III(İkinci Wittgenstein’da Gramer Paradigması), Sentez Yayıncılık, Bursa-2018.

* ÖZCAN, Zeki, Dil Felsefesi I(Mantıkçı Paradigma), Sentez Yayıncılık, Bursa -2014.

* SOYKAN, Ömer Naci, Wittgenstein-Yaşamı, Felsefesi, Yapıtları, MVT Yay. İstanbul-2006.

26 Ekim 2023 Perşembe

Demek ki

demek ki her gün yoruluyoruz
her gün tükeniyoruz
demek ki hepimizin şikayeti var
yorgun olmaktan

yollara çıkmış olmaktan
otobüslerden
metrodan şikayetimiz var
kalabalıklardan
sıkış sıkış dolmuşlardan
boş geçen taksilerden
yola atlayan yayalardan
alt geçitlerden
üst geçitlerden
yürümeyen merdivenlerden
çalışmayan asansörlerden

demek ki her sabah yorgun uyanıyoruz
yorgun girdiğimiz yorganların altından
hava bulutlu
yorgunluğumuzun sebebi
yağmur yağmış sabaha doğru
hah işte yorgunuz bugün de
uykulardan kalktık yorgun
yorgun uykulu bir müezzin sabah ezanı okuyor
rüyalar yormuş 
merdivenlerini tırmanırken eski bir apartmanın

dinlenmek bile yoruyor bizi
dinlenmek
dinmek 
arkası kesilmek yani veya sona ermek
durmak nasıl derseniz
bitmek 
geçmek olabilir
demek ki yaşamak yorulmakmış
yorgun olmak doğuştan yeteneğimiz 
sonra onu konuşma huyumuz

kupaların rengi değil
kahvenin kendisi
yürümek değil
durmanın kendisi
yatmak değil 
uyumanın kendisi
anlatmak değil
kelimelerin kendisi
yorulmak hiç değil
yorgunluğun hissi
demek ki her gün yorulmamızın sebebi

aklımızdan  geçirdiklerimiz
kafamıza taktığımız her şey
demek ki yorgunluk her gün bir şey
tükenmek
bitmek
bitkin düşmek
tekrar ayağa kalkmak
tekrar uyanmak
tekrar yorulmak her gün 

demek ki yorulmak her gün kaderimiz

21 Ekim 2023 Cumartesi

Cumartesi

cumartesi

bir yere yetişme telaşım yok
kahve presliyorum iki bardaklık
birazı soğumalık birazı içilmemelik
                    - bekleyecek unutulacak

mavi kupa
kırmızısı yıkanacakların içinde
üç dakikanın dolmasını bekledim
sonra dökme gücünü
mavi kupayı doldurdum
içme isteğini bekliyorum
kulpunu sol elime çevirdim

sıcak ilk yudum
ikinci yudum
perdeleri açmalıyım
üçüncü yudum
balkon kapısını da
dördüncü yudum
martı sesleri girdi odaya  
pek tanımam kuş seslerini
beşinci yudum küçük
belki karga sesleridir

cumartesi

kamyonlar sarsıyor evleri
altıncı yudum
radyoyu açtım
masa ne kadar dağınık
çok eşya var
zihnimin fazlalıkları kadar
eşyaların yerini değiştirdim
poşeti dolaba kaldırdım
dolapta pirinç dolu kavanoz
alış veriş fişlerini çantaya koydum
kalemler kablolar
yalnızca gözümün gördüğü yerleri temizliyorum
eşyalar hala azalmıyor

yedinci yudum
kupa biraz boş
benim içim doluyor
çamaşır makinesi çalışıyor
çok fazla gürültü
odadan sokaktan içimden
sekizinci yudum 
aklımda Celal Babam
nasıl hatırıma geldi
bin dokuz yüz seksen beş yılı 
gidenlerdendi

dokuzuncu yudum
        - için uzanamadım kupaya
yeni bir satıra geçtim
yedi kırk dokuz
cumartesi

bir Çin ezgisi şarkının içinde
nihayet dokuzuncu yudum
ardından onuncusu
ılık bir mayi akıyor boğazımdan
hala o Çin ezgisi
birazdan yeni bir program
saksafon solosu 
kuş sesleri

on birinci yudum
yüzyıllar geçmiş üzerinden unutulmuş
yüz yıllar sanki unutmak demek
o Çin ezgisi
stardust into man
hemen şimdi
tazecik hatırlamak
yeni yepyeni
o Çin ezgisi Rhonda Bellamy
okyanus diplerinden 
şimdi demek

on ikinci yudum
o Çin ezgisi Shaolin tapınağının
on üçüncü yudum
soğumuş kahve
ki ben soğuk kahveyi de severim
son yudumuna kadar
o kahve benim kaderim

on dördüncü yudum
kahve bitti
mavi kupayı tekrar doldurdum
başka bir kader
her seçim
her tercih
her dolduruş
farklı bir macera
saymayacağım yudumları
sadece içeceğim
Rhonda Bellamy dinleyeceğim



14 Ekim 2023 Cumartesi

İzleyiciler

1.

Yeni bir defter. 

Baştaki karalanmış sayfaları yırttıktan sonra temiz bir defter kalır. Yırtılan her sayfa bir unutuş, ama sayfanın yırtılıp parçalanması sonra atılması gibi mutlak bir unutuş değil. Kalan artıkları, çağrışımları ile kısmen unutulanlar geri getirilebilir, gelebilir, tekrar bilincimize çıkabilir, hayal meyal, bölük pörçük hatırlanabilir. Yırtılan sayfalarından sonra saf, temiz bir defter gibi değil unuttuklarımız.

2.
John LeCarre'nin Saygıdeğer Bir Öğrenci" kitabından bir bölüm alıyorum buraya.
"Bir sürü insan kuşkuyu meşru felsefi tavır olarak görüyor. Kendilerini tam ortada görüyor, oysa aslına bakarsan hiçbir yerde değiller. İzleyicilerin kazandığı hiçbir savaş yok, öyle değil mi?"
Karla Üçlemesinin ikinci kitabı "Saygıdeğer Bir Öğrenci". Birinci kitap "Tenekeci, Terzi, Asker, Casus" (Tinker, Tailor, Soldier, Spy) Türkçe'de "Köstebek" adı ile yayınlanmış. İkinci kitap, "Saygıdeğer Bir Öğrenci", üçüncü kitap ise "Smiley'in İnsanları". "Saygıdeğer Bir Öğrenci" diğerlerine göre yeni çevrilmiş Türkçe'ye, Kırmızı Kedi Yayınları tarafından. Diğerleri kadar popüler değil. Köstebek'in hem filmi (Gary Oldman) hem dizisi (Alec Guinness), Smiley'in İnsanlarının da dizisi (Alec Guinness) mevcut ama Saygıdeğer Bir Öğrenci'nin bilebildiğim kadarı ile veya Türkiye'de yayınlanmış bir filme veya dizisi yok.
Yukarıdaki alıntıyı Saygıdeğer Bir Öğrenci içinden aldım. Bugünkü medyayı, mecraları, 90'lı yılların MTV ve benzeri yayınlarının tarzını ortaya koyarken bir yandan da gizli bir eleştiri vücuda getiriyor. Vurucu cümle şu: "İzleyicilerin kazandığı hiçbir savaş yok."
Bu cümle üzerine örneklerle en az beş yüz kelimelik bir kompozisyon yazılabilir. O denli bugünü işaret ediyor, bugünün üstüne parmak basıyor. Sonra bakıyorum. Kitap ilk kez 1977 yılında yayınlanmış.

3.
Öncelikle kitaplardan cımbızlayıp çıkardığımız cümlelere, paragraflara yüklediğimiz anlamları yazarları düşünmüş olmayabilir. Sözün, konuşmanın, anlatının gelişine göre yazılmış olabilirler.
İki binli yılların başında MSN vardı. Anlık mesajlaşma uygulamalarının en popüler olanıydı. ICQ, Linux sistemler için aMSN de benzer özelliklere sahip uygulamalardı. MSN'nin özelliklerinden biri de eğer işaretlediyseniz yapılandırma bölümünde, tüm yazışmaları bir metin dosyasında saklardı. O saklanan metinlere gidip şiirler, düz yazı metinler çıkardığımı bilirim.
Bağlamlarından koparılan ifadelerin, kelimelerin, cümle veya paragrafların kendilerini yeni bir bağlam içinde yeniden üretebildiklerini söyleyebilirim.
O nedenle yazılı olana önem verme eğilimindeyim. Bağlamından koparıp başka bir bağlama ekleyebileceğim olanaklara odaklanırım. Zaten yazı dediğimiz şey de buradan başlamıyor mu?
Konuşma bunu size vermez. Uçar gider.
Yazarlar cümlelerini durumlar üzerinden olgunlaştırırlar, eğer altını çizmek zorunda oldukları didaktik kaygıları yoksa. Örneğin Proust'un herhangi bir kitabından duvara çerçeveletip asmayı düşünebileceğiniz bir cümle bulamayabilirsiniz.
Cümlelerin tasarlanmış hedefleri yoktur. Yol açarlar, yol alırlar, sizi bir yerlere götürürler, Proust'un gitmek istediği yere kadar size refakat ederler.
Okur ise kendisine bağlı olarak yazarı dışında farklı anlamlar yükleyebilir okuduklarına. Bu durum yazarın sorunu değildir. Artık o okurun sorumluluğundadır. Pablo Neruda şiirini bir kızı baştan çıkartmakta kullanan postacı ile konuşurken, "o şiir sizin şiiriniz değil, o şiir ona ihtiyacı olana aittir," der Postacı. Yazar / şair kendi dünyasında, okur kendi dünyasındadır. Yani okunulan cümlelere yüklenen anlamlar ön görülemezdir.
Yukarıdaki cümleye bakıp John LeCarre için "Ne kadar öngörülü bir yazarmış" diyemeyiz.
Öngörüsü olan yazar cümlelerinde, ifadelerinden, paragraflarından, anlattıklarından daha çok temada, anlatının tümünde ön görür, hisseder. Örneğin Robert Musil. Faşizmin gelişini "Öğrenci Genç Törless'in Bunalımları" romanı (1906) içinde daha yirmi altı yaşında iken görmüştür. Kitapta, çok az kişinin bildiği bir kapalı oda ve bu kapalı oda içinde yaşananlar anlatılır. Eğer herhangi bir okulun içinde kontrol edilemez bir kapalı oda varsa, faşizm eninde sonunda ortaya çıkacaktır. Kapalı oda içimizdeki faşizmdir.
John LeCarre "izleyicilerin kazandığı hiçbir savaş" yok sözünü soğuk savaş sırasında sahada olmayan yöneticilerin, karar vericilerin uzaktan gazel okumalarına dikkat çekmek üzere Smiley'e söyletir.

4.

Gelelim bugüne. Deli bir savaş var. İsrail - Filistin - Hamas - Gazze. Hiçbir görüşüm yok, hiçbir fikrim yok. Herhangi bir fikir ileri sürmüyorum. Bir çok kişi, kanaat önderi, sosyal mecra fenomeni bana yakın, uzak görüşlerini açıklıyorlar. Malumat veriyorlar. Ülke liderlerinin demeçlerini tercüme edip yayınlıyorlar. Protestoların görüntülerini paylaşıyorlar. O kadar. Savaş orada devam ediyor. Tezlerimizde haklı olmak için kanıtlar arıyoruz, buluyoruz ve paylaşıyoruz. O kadar. Savaş hala orada ve devam ediyor. Nerede yaşıyorsak sabah uyanıyor, internete bakıyor, okuyor, kendimize ait bir süzgeçten geçiriyoruz. Sonra tekrar yazmaya, paylaşmaya başlıyoruz. Ama savaş hala orada ve devam ediyor.
Kimsenin "Haydi Gazze'ye gidelim, yürüyelim" dediğini duymadım. Yalnızca durdukları yerde varlar. Uçaklarla gitmek için ne paramız, ne uçağımız ne kalkacak ve inecek hava alanımız var. Ne otobüslerimiz ne de bizi sınırlarda durdurmadan geçişimize izin verecek devletlerimiz var.
Orada değiliz, orada olamıyoruz, gerçek olan bu. Seçtiklerimizin veya bizi yönetmeye talip olanların üzerinde etkimiz yok. Onların kararlarına yön vercek ne gücümüz, ne de onlara güçlük çıkartacak irademiz var.
Aramızda konuşuyoruz. Postlar yayınlıyoruz, çeviriler yapıyoruz, fotoğraflar paylaşıyoruz. Bol bol yazıyoruz. O kadar.
Tekrar yazmak durumundayım:
"İzleyicilerin kazandığı hiçbir savaş yok."

26 Eylül 2023 Salı

Tahta Bir Taht Bir Ah ile Yanmaz

İnternetten araştırıldığında taht için aşağıdakilere benzer tanımlar, açıklamalar görülebilir:

Taht; hükümdarların oturduğu, büyük ve gösterişli koltuk. Geniş manasıyla devletin başını ve yönetim merkezini simgeler. Monarkların yanı sıra, özellikle Hristiyanlıkta en yüksek kademelerdeki din adamları tarafından da kullanılır.

Yunan mitolojisinde tanrılar tahtlarda otururlar. Doğu medeniyetlerinde tahtlar ihtişamı sembolize eder.  Halen ayakta olan en eski taht, Knossos duvarlarına bitişik olarak MÖ 1800'lü yıllarda inşa edilen, Girit Uygarlığı'ndan kalma bir taht olduğu söylenir. 

Bilinen en gösterişli tahtın mücevherlerle bezeli ve gümüş basamaklarla çıkılan bir platform üzerinde bulunan ve Delhi hükümdarlarına ait olan Taht-ı Tavus olduğu söylenir. (*)

Taht kavgaları, taht oyunları, saray entrikaları, iktidar olmak veya iktidarda kalmak, iktidarı sürdürmek için verilen mücadelelerin tanımlarından bir kaçıdır. 

İktidar nedir o halde? Sözlüklerde (a) bir işi yapabilme gücü (b) bir işi başarabilme yetkisi ve yeteneği (**) olarak tanımlanırken iktidar olmak için "Genel anlamda bir bireyin yahut bireyler topluluğunun kendi istekleri doğrultusunda, rızaları olup olmadığına bakmaksızın diğer insanların davranışlarını etkileyebilme, yönlendirebilme veya denetleyebilme; toplumu yönetme, yönlendirme gücü, bu gücü elinde bulunduran otorite, ilişki veya organ" anlamı (***) verilebilmektedir.

Taht, iktidar, iktidar olmak tanımlarını ilk karşıma çıkan sitelerden yazdım. 

Tahtta oturmanın, tahta çıkmanın, tahttan inmenin veya indirilmenin kişisel özelliklerden bağımsız olduğunu söylemek gerekiyor. 

Tahtın iktidar olma gücü, tahtın üzerinde olanın iradesini aşar. Eğer iktidar olma gücünü, tahtın yükseldiği değerlerle uyumlu kullanırsa tahtın üzerindeki kişi, iktidarın sağladığı her tür imtiyazı sonuna dek hak eder. Halk / tebaa arasında değeri yükseltilir, kendisinde olmayan nitelikler / özellikler atfedilir. 

Ancak iktidar olma gücünün dayandığı değerlerle çatışmaya girerse veya o değerleri değiştirmeye kalkışırsa, o değerlerin taşıyıcıları tahta oturanın imtiyazlarını yok etmek, kullanılmaz hale getirmek üzere her tür entrikaya, itibarsızlaştırmaya baş vurur. 

Taht, tahtın tahakküm kurduğu toplumun direnişi ile değil, tahtın değerleri ile oynanmasına seyirci kalmayan yönetici gücün, derin yönetim aklının düzeni ile değişir. 

Taht fikri yerine senato, meclis, şura, seçilmişler, seçilenler aynı anlamda bir birinin yerine geçebilir. Taht ortadan kalkmaz, şekil veya kelime değişikliğine uğrar. 

Putin, taht veya iktidar olma ile ilgili olabilecek ilginç bir saptama yapıyor: 

“Başkanlar gelir ve gider ama siyaset değişmez. Neden biliyor musun?

"Bir kişi seçildiğinde, benimki gibi koyu renk takım elbiseli, bavullu insanlar gelir ve işlerin nasıl yapılması gerektiğini anlatmaya başlarlar. Ve her şey anında değişir.”

"Bu tüm dünyada böyledir. Köklü ülke ve medeniyetlerin devlet aklı vardır. Binlerce yıldır devlet aklı yaşar. Siz başkanı seçerken oy kullandık biz seçtik sanırsınız ama seçildikten sonra görürsünüz işler başkalaşır."

Seçim, seçme ritüelleri, mitingler tahtın, iktidar olma gücünün sürdürülmesi, meşruiyetinin oylanması adına bir manevradan başka bir şey değildir.  Muhalefet ve yandaşlarının, iktidar ve yandaşlarının Janus gibi birbirinden ayrılmaz sistemin iki yüzü olduğu kabulü halinde kendimizi huzurlu hale getirebiliriz. Hobbes, Machiavelli,  Konfüçyüs, Aristoteles, Platon, Nizamulmülk gibi yüzlerce devlet, iktidar, yönetim biçimleri üzerinde şartlarına göre değerlendirmeler yapmış ve o değerlendirmelere uygun uygulamalar, teknikler, organ ve mekanizmalar geliştirmiş olanların ağırlıklarını üzerimizden kaldırabiliriz.

İktidar için kardeş katlinin kabulü, iktidar savaşlarında yapılmaması gerekenlere mübah denilerek göz yumulması, suçun, suçlunun güya yüce amaçlar nedeni ile aklanması  saiklerden bazılarıdır. 

 İronik olan aklama, kabul etme entelektüel bir birikim üzerinden işler.   

Sonuç olarak, üzerimizde kurulmuş tahta tahtların bizim bir ahımızla yanacağı yok.

10 Eylül 2023 Pazar

matem

seher soğukluklarında
ipe eş devşirdiği acı tortulardan kalan
matemi er geç bitecek gecelerin

1990

Sana neyi anlatayım Gölgem?

Diz boyu karla cebelleşirken dondu ayak parmaklarım.

Sana neyi anlatayım Gölgem?

Sarı neon ışıkları ile boyanmış cadde. Kavşaklarda ateşlenen kar yığınları. Telaşlı nefesler.

Çakmak gazı doldurucuları, seyyar saat tamircileri, gazete dağıtıcıları, kağıt mendil satıcıları, sakat dilencilerle birlikte uzun otobüs kuyruklarını sırtında taşıyan büyük meydanlar; daha da yüklerinin artmasından yorulmuşlar... Gözleri ağlamaktan şişmiş bir çocuk gibi eriyip giden, çarkların dişlileri arasında sıkışıp kalan kalabalıklar, vitrin alevleri, kaldırımlara sığdırılmaya uğraşılan kaçak gezmeler.

Otobüs kuyruklarında titreyen bacaklar, zıplayan ayaklar, boşalan ve sonra tekrar dolup giden otobüsler ve otobüslerini bekleyen yolcular.

Akşam alacasında gölgelenen göz çukurlarının gizledikleri yorgunluklar, beklentilerin gerçekleşmemesinin yüz kasılmaları.

Sıkış sıkış dolan otobüsler...

Şöyle bir sarsıntıyla içindekileri yerleştiren otobüsün sarsakça kalkışı. Tekerleklerin kardaki patinajı. Motorun boğulması. Sokaklar akşamın solgunluğu içinde kararmışlar.

Yavaş yavaş, durak durak boşalıyor otobüs. Son durakta çil yavrusu gibi dağılan yolcular. Her biri hızla ve neredeyse koşarak ve soğuktan değil insanlardan, işlerinden değil kendilerinden kaçarak evlerine gidiyorlar.

Ama benim gidecek bir evim yok. Beni bekleyen sıcak bir soba, ılık bir oda yok...

Beni bekleyen sen Gölgem, ama ışığın bile yok.

Mezarlık duvarı boyunca ilerledim. Uzun selviler salınıyor ve hışırdıyor.

Üzerindeki donmuş karın kristalleri ayın ve sokağın her gece yorulmadan, bıkmadan ölgünce akan huzmelerini kırıyorlar gözlerimde... Bir, gece fener alayı başladı akşamın alacasında. Yalnızca kendi ayak seslerim eşlik ediyor bana, fenerimin alayına. Her yan beyaz yorganın altında titriyor.

Elimde evin anahtarı. Apartmana girdim. Küf ve yemek kokularının kapladığı merdiven boşluklarından çıktım. İçeri girdim.

Geldiğimde hep kaldığım dip odaya gittim. Evde kimse yoktu. Benim usulca sessizce, kendimi unutabileceğim tek yerdi o dip oda. Ayakkabılarımı çıkardım ve ayaklarıma sığmayan, topuklarımı dışarıda bırakan terlikleri giydim.

Odaya sürüdüm gölgem seni ardımdan.

Bana aldıran kimse yoktu... Kimselerin hayatında değildim, hayatım kimselerin hayatına değmiyordu batarcasına. Hayatım yoktu.

Zamana aldıran yoktu. Zaman yoktu. Donmuş ve karla kaplanmıştı zamanın üstü.

Dumanı tüten çıkıntılar yoktu. Buğulanmış camlar yoktu. Sıcak yoktu. Yalnızca buz vardı, kapının dışında, caddenin üstünde, sokağın köşesinde, duvarın dibinde. Işık, perde, perde aralığından bakan gözler yoktu. Yan tarafta bir yarım yapı, yarımlığı, yalnızlığını bağrına basıyordu. Tuğlalar morarmıştı, onları avutacak, giydirecek, süsleyecek sıvalar yoktu.

Çöktü gece birden ve yutuverdi.

Ateş yoktu. Çeşmeler donmuş, sular yoktu...

Yoklukların en büyüğü, gölgeler yoktu. Gölgelere sığınmış yerler yoktu, her şey havada asılı kalmıştı. Soğuk, kar, ağırlıkları soğurmuş, ağırlıksız kalmıştı evren.

“Ad önemli değil” diyordu bir filme oyuncunun biri, “gülün adını başka koysaydın, o ne çürür ne de kokmaz olurdu.”

Adları ayıkladım. Ama hiçbir ad tutmadı rüyamdan çıkıp geliveren yüzü.

Bana sen serserisin, dediler. Başıbozuk olduğum yüzüme haykırıldı, şahidimsin Gölgem.

Ne mutlu oldum.

Bu sıfatlar bana, bugüne değin yaşadıklarımın, en güzel yorgunluklarımın anlamını hissettirdi. Uykusuz gecelerime değerler katıldı. Onları salıveriyorum karanlıklara, en dingin, en barışık ve kendine en yakın olmalara. En umarsız düşlerin sevgililerine takılan örümcek ağlarını temizliyorum. Arınmış bir ruh sunacağım bana kol açışlarını esirgemeyenlere. Sana bir de Gölgem.

Mutluyum şimdi. Soğukta, o dip odadayım, yayları gıcırdayan somyanın üstünde üst üste battaniyelerin altında, yerdeki elektrik ocağının kızarttığı tavana bakarken, ağzımdan çıkan buharlar havada asılı kalırken.

Gecelerimin yalnızlık yüklü dakikalarında, saniyelerinde bir senleyim Gölgem, bir de kafamın içinde dönüp duran düşüncelerin, hayallerin, kavgaların, korkuların kelimelere dönüşünün ıstırabındaki sancıyla.

Bir Bildiri Hakkında

Tarih: 09.12.2023 Yazar: Zühtü Kayalı LUDWİG WİTTGENSTEİN VE MANTIKSAL FELSEFE İNCELEMELERİ (TRACTATUS) LUDWIG WITTGENSTEIN AND LOGIC PHILOS...